5 Mart 2014 Çarşamba

KIRIM ( İLBER ORTAYLI )

                                   Kırım

Çarpıcı manzaraları, eşsiz doğası ama en çok tarihsel zenginliği, kültürel çeşitliliğiyle dikkat çekiyor Kırım Yarımadası. Cenevizlilerin, Kırım Tatarlarının, Osmanlıların, Rusların izlerini silinmemecesine taşıyor. Şehirlerinde Osmanlı Kırım’ından Romanovlar Kırım’ına geçişin abideleri yükseliyor. Tarihçi İlber Ortaylı, Atlas için Kırım’a gitti; bu hanlar ve hanedanlar ülkesini yazdı.

Karadeniz sahilleri güney tarafında da, kuzeyde de Kırım Yarımadası hariç öyle fazla girintili çıkıntılı bir bölge değildir. Kırım Yarımadası’nın ise kıtayla bağlantıları coğrafi olarak oldukça sınırlıdır. Bu yarımadadaki en büyük özellik güney kesiminin Yayladağı dediğimiz sıradağlar dolayısıyla kuzey steplerinin rüzgârlarına kapalı subtropik bir güney kıyı şeridine sahip olmasıdır. Bu subtropik şerit üzerinde bütün Rusya’da görülmeyen bir ziraat ve bahçecilik vardır. Narenciye; hatta sakinlerinin pek istifade edemediği, ıslah edemediği zeytin ağaçları bile görülmektedir. İklim mutedildir. Gerçi bizim kıyılarımız ve İtalya’nın Akdeniz kıyıları derecesinde olmasa da yılın dört mevsiminin yaşandığı söylenebilir. Bir fark daha vardır. Güneyin ılıman rüzgârlarına Kırım Yarımadası’nın sahilleri daha fazla açık olduğundan, bizim Karadeniz kıyılarına göre bu iklimin orada daha mutedil bir ziraata vesile olduğu söylenebilir. Bu özellik Abhazya kıyılarında, Soçi’de de göze çarpmaktadır. Orası da aynı şekilde kuzey ikliminden sıradağlar, Kafkas Dağları dolayısıyla masun kalmaktadır.
Atlas dergisi için yaptığımız Kırım gezisini, Akmescit (Simferopol), güneyde Yalta, Aluşta, Alupka, Akyar (Sivastopol), Akmescit’e 30 kilometre kadar uzaktaki Kırım Hanlığı’nın başkenti Bahçesaray ve Kefe (Feodosia) ve onun hemen yanı başında eski Kırım Suğdak denen şehir ve nihayet en kuzeyde Karadeniz kıyısındaki Gözleve (Evpatoria) ile tamamladık.

Bu şehirlerin özelliği şudur. Bunlar Osmanlı Kırım’ından Romanovlar Rusya’sına geçişi abideleriyle temsil eder. Bugünkü Kırım’ın 19. ve hatta 20. yüzyılın 1940’lı yıllarına kadar olan nüfus kompozisyonu değişmiştir. 1944 yılının Mayıs’ında Kırım Yarımadası’nın sakinleri büyük ölçüde sürülmüştür. Burada yaşayan Almanların ama en başta Kırım Türklerinin, bazı başka küçük azınlık grupların yarımadanın dışına çıkartıldığı ve burada yaşayan nüfusun sürgün ve imha yoluyla yarımadadan uzak tutulduğu bilinmektedir. Ancak 1966 yılında çıkan bir kararname ile hukuken dönüş yolu açılmış, fiiliyatta bu çok uzun yıllar tatbik edilmemiştir. O gün için istisnai olarak yarımadaya avdetine müsaade edilenler çok gariptir ki şarapçılık ve bağcılıktan anlayan Müslüman sakinlerdi. Çünkü yarımadada bu iş pek iyi yürümüyordu.

Bugünkü Kırım’da süt ürünleri, hayvancılık yani inekçilik ve bağcılık ve ona bağlı şarapçılık, arıcılık gibi dalların eski zamanlarla mukayese edilmeyecek kadar gerilediği görülüyor. Bir başka problem daha ortaya çıkmaktadır. Yılların iklim değişikliğine göre meyvecilik, tahıl ve buğday üretimi kadar garantili olmadığı için meyve bahçeleri yok edilmekte ve ihracatta çok garantili bir gelir sayılan buğday ekimine ağırlık verilmektedir. Bu nedenle çok yakın gelecekte yarımadanın şimalinde kalan geniş Kırım arazisinin tamamıyla meşhur tadı malum meyve ziraatından uzak tutulacağı, buğday üretimine öncelik verileceği söylenmektedir. Bir başka özellik de Kırım’ın bilhassa sahil kesiminin çok yoğun bir biçimde, garip bir mimariyle şeklinin değişmesidir. Esasen Sovyetler Birliği’ndeki sanatoryum kültürü bu bölgede anormal cesamette binaların yapılmasına başlangıç teşkil ediyordu. Maalesef bu bugün de devam etmektedir. Daça kültürü Kırım Yarımadası için bir büyük çirkinleşme ameliyesine dönüşmüş olabilir. Bugünün Yalta Livadya ve Suğdak gibi kıyı şehirleri maalesef zevksiz ve çevreyi bozan binalarla doluyor. 750 metre yüksekliğindeki Angara Tepesi’nden (Angarski Perevol) bu manzaraları görmek mümkün. Bunun ileride düzeltileceği ve durdurulacağı ümit edilmektedir. Çünkü çevre bilincine herhalde Rusya ve Ukrayna’da, dünyanın öbür bölümlerinde olduğu kadar dikkat edildiğini ve edileceğini düşünmek istiyoruz.

Eski Kırım, Kırım Yarımadası’na yerleşen Tatarların ve Kıpçak kabilelerinin Müslümanlığı 13. asırda benimsemeleriyle ortaya çıkmıştır. Burada Eski Kırım denen şehirde Özbek Han’ın yaptırdığı cami Kırım’ın ilk Müslüman abidelerinden biri sayılabilir. Kefe ise ismi itibariyle (Caffa) Cenevizlilerin bıraktığı bir mirastır. Feodosia diye teleffuz edilen Teodosia ismi yanıltıcı olmasın. Çünkü bu II. Katerina devrinde adaya neogrek bir karakter kazandırmak için bolca konan isimlerdendir.  Mesela Simferopolis, mesela Kefe’ye Feodosia demek, Akyar’a Sivastopolis demek, Gözleve’ye Yevpatoria demek. Arada çarın sarayının bulunduğu yere Saranda veya Oreanda demek gibi... 1944’ten sonra birtakım isimlerin yerine daha ideolojik olanları konmuştur.

Krasnoktyobirska vs. gibi birtakım kolhoz adları. Bunlar da zamanla değişmiştir fakat burada çok eskiden kalma isimler her yerde görülmektedir ve muhafaza edilmektedir. Benim soyadımı aldığım Ortay kasabasından ise geriye hiçbir şey kalmamıştır. Hülasa Kırım, bugün 2 milyonu aşkın nüfusuyla oldukça kozmopolit yapısını devam ettirmektedir. İçerideki siyasal gerilimler şiddet eğilimini kaybederse daha uyumlu bir yaşam sağlanacağına şüphe yoktur.

Atlas Nisan 2013 / Sayı 241
Yazı: İLBER ORTAYLI


resim:alıntı

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Kopmuşuz bizler o öz varlık olan manzaradan
Bahseder gerçi duyanlar o onulmaz yaradan.
Derler ki: İnsanda derin bir yaradır köksüzlük
Budur âlemde hudutsuz ve hazin öksüzlük. (Y. Kemal Beyatlı)