9 Ocak 2020 Perşembe

İsmail Enver Bey’den Şehid-i Âlâ İsmail Enver Paşa’ya 1

İsmail Enver Bey’den Şehid-i Âlâ İsmail Enver Paşa’ya 1
                                                                    Burak CAN*
İhtişamı ve gücü ile asırlar boyunca üç kıtaya hâkimiyet kuran Osmanlı İmparatorluğu’nun en girdaplı yılları yaşanıyordu. Bir türlü sonu gelmeyen savaşlar, kasada para bırakmıyor ve türlü yollar ile para bulma çabalarına girmesine neden oluyordu. Maaşları ödenemeyen devlet memurları, askerler… İç huzursuzlukların her gün artarak devam ettiği sıcak yıllar. Maaş ödemeleri için sarayda ki eşyaların eritilip para basma çabaları, mücadeleleri… Ve Kırım Savaşı ile birlikte ilk dış borçlanma serüveni. 4 Ağustos 1854 Abdülmecid’in çıkardığı bir ferman ile dış borçlanma akdi çıkarılmış ve 24 Ağustos 1854’ de ilk dış borçlanma akdi imzalanmıştır. İngiltere’den 200.000 Sterlin tutarında ilk borç alınmıştır. Bu ilk ama asla son olmayacak borçlanma hikâyesi 1874 yılına kadar 15 ayrı borcu da beraberinde getirecekti. Ekonomi artık devletin elinde değil 1954 yılına kadar başımıza bela olan Düvel-i Muazzama’nın eline geçecek ve yaptırımlar ağır olacaktı. 1854’den başlayarak artık iflas noktasına gelinen duruma kadar ki sürede alınan borçlar üretimi ve ulusal geliri artırmaya yarayacak alanlarda kullanılmayacak; ardı arkası kesilmeyen savaşların finansmanında, cari açıkların kapatılması ve ne kadar hazindir ki saray yapımı gibi işlerde kullanılacaktır. Borçların artması ve bu borçların altından kalkılamaması Osmanlıyı ‘’Hasta Adam’’ olarak nitelendirilmesine sebep oluyor ve diğer devletlerin iç işlere müdahale süreci nasihatler ile başlıyordu.
9 Ekim 1873 tarihli Londra Times şunları yazıyordu: ’’ Şu an Türkiye’ye yapılabilecek tek hizmet, gelir ve gider düzeninin, gerçek kurallarını iyi bilen, Sultan’ın bile müdahalesine izin vermeyecek şekilde düzenlenmiş engelleme ve sınırlamalarla korunan, prensip sahibi devlet adamlarının ellerine bırakarak ciddi bir şekilde garanti altına alana kadar, hangi nedenlerle olursa olsun bir tek şilin bile vermeyi reddetmek olabilir.’’
Ekonomik olarak artık boğaza kadar battan devlet 1873 bunalımı ile dış borçları ödemek için fon bulamayacak duruma gelmiştir. Ekonomik yükümlülükleri yerine getiremeyeceğini ilk kez resmi ilan olarak 1875 yılında Sultan Abdülaziz’in sadrazamı Mahmut Nedim Paşa tarafından alınan moratoryum (Vadesi geçmiş borçların tamamının veya bir bölümünün, belirli bir süre için ödenemeyeceğini bildiren resmi duyuru veya hükümet kararı) kararı ile duyurdu.  20 Aralık 1881’de Muharrem Kararnamesi ile borçların tekrardan yapılandırılması yolu açılmıştı. Düyun-u Umumiye İdaresi (Düyun-u Umumiye-i Osmaniye Varidat-ı Muhassasa İdaresi) kuruldu ve Osmanlı Devleti’nin yüksek gelire sahip olan vergileri bu idareye aktarıldı ve dış borçların ödenmesi garanti altına alındı. Bununla da kalmayarak yeni vergilerin konulması ve iç borçlarında yönetilmesi de bu idareye terk edildi. Bu 6 asırlık bir devletin sonunun başlangıcı idi. Önce ekonomik bağımsızlığını yitirdi arkasından aynı akıbet siyasi sahnede de kendini gösterdi. Ekonomisi iflas etmiş ve dış etkenlerin eline geçmiş bir ülkenin hukuksal varlığı da artık çökmek üzere olması da beklemesi gereken bir gerçekliktir.
İsmail Enver, devletin çıkmaz sokağa girdiği bu dönemde 12 Kasım 1298 Çarşamba günü saat 12’de (23 Kasım 1881) , İstanbul’da eski Lisan Mektebinin karşısında Divanyolu’ndaki evlerinde dünyaya gelmiştir. Babası, önceleri Nâfia (Bayındırlık) Nezareti fen memuru olan, daha sonra surre emini olan ve sivil paşalık rütbesine yükselen Ahmet Bey, annesi Ayşe Hanım’dır. İlk besmelesini kendi ifadesi ile ‘’ Üç yaşında, evin yanındaki ibtidai mektebine gitmek hususunda gösterdiğim arzuma ebeveynim mâni olamayarak, ilk besmeleyi mektep muallimi Kara Hafız Efendi’nin önünde telaffuz ettim.’’ diyerek anlatır. Altı yaşına kadar İstanbul çeşitli ibtidailerde devam etmiş, babası Ahmet Bey’in Manastır vilayeti nafia kondüktörlüğüne tayini ile buraya yerleştiklerini ve burada ibtidai kısmı bitirerek 1305 (1887/1888) senesinde yine Manastır’da Rüştiye-i Askeri birinci senesine başlamıştır. Kendi ifadeleri ile ‘’ Yaşımın küçüklüğünü ileri sürerek kabul etmek istemedilerse de, gösterdiğim hâhiş (istek) üzerine muvafakat ettiler. Arkadaşlarım arasında en küçük olmakla beraber, yaramaz olmadığımdan, hepsinin muhabbetini ve derslere gayretim dolayısıyla da, muallimlerin teveccühünü celp etmiştim. ‘’ diyerek askeri hayatına başlangıcı yapmıştır. Rüştiye-i Askeri’de ilk imtihanında yetmiş beş mevcutlu sınıfta yedinci olmuş fakat genel imtihanda okutulmayan hac konusu hakkında gelen soruya cevap verememesi neticesinde sınıfın altmışıncısı olmuştur. Bu durum İsmail Enver’in işi gevşetmesine ve bir düşüşe sebebiyet vermiş olmasına ve bununla birlikte hocalarının da bu duruma önem vermemeleri genç Enver’de bir rehavet havasına sebep olmuştur. Fakat dördüncü yıl son bir gayret ile sınıfın otuzuncusu olmuştur. Mektepten çıkışta on yedinci olarak askeri rüştiyeyi bitirmiş ve on beşinci olarak askeri idadiye girmiştir.  
Devam edecek…
*Kırşehir Ahi Evran Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Tarih Anabilim Dalı Tezli Yüksek Lisans Öğrencisi
Kaynakça:
*Şevket Süreyya Aydemir, Makedonya’dan Orta Asya’ya Enver Paşa Cilt 1
*Enver Paşa’nın Anıları 1881-1908, Haz: Halil Erdoğan Cengiz
*Arslan Tekin, Enver Paşa ve Dönemi


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Kopmuşuz bizler o öz varlık olan manzaradan
Bahseder gerçi duyanlar o onulmaz yaradan.
Derler ki: İnsanda derin bir yaradır köksüzlük
Budur âlemde hudutsuz ve hazin öksüzlük. (Y. Kemal Beyatlı)