İsmail Enver Bey’den Şehid-i Âlâ İsmail Enver
Paşa’ya 1
Burak CAN*
İhtişamı ve gücü ile asırlar boyunca üç kıtaya hâkimiyet kuran
Osmanlı İmparatorluğu’nun en girdaplı yılları yaşanıyordu. Bir türlü sonu
gelmeyen savaşlar, kasada para bırakmıyor ve türlü yollar ile para bulma
çabalarına girmesine neden oluyordu. Maaşları ödenemeyen devlet memurları,
askerler… İç huzursuzlukların her gün artarak devam ettiği sıcak yıllar. Maaş
ödemeleri için sarayda ki eşyaların eritilip para basma çabaları, mücadeleleri…
Ve Kırım Savaşı ile birlikte ilk dış borçlanma serüveni. 4 Ağustos 1854
Abdülmecid’in çıkardığı bir ferman ile dış borçlanma akdi çıkarılmış ve 24
Ağustos 1854’ de ilk dış borçlanma akdi imzalanmıştır. İngiltere’den 200.000
Sterlin tutarında ilk borç alınmıştır. Bu ilk ama asla son olmayacak borçlanma
hikâyesi 1874 yılına kadar 15 ayrı borcu da beraberinde getirecekti. Ekonomi
artık devletin elinde değil 1954 yılına kadar başımıza bela olan Düvel-i
Muazzama’nın eline geçecek ve yaptırımlar ağır olacaktı. 1854’den başlayarak
artık iflas noktasına gelinen duruma kadar ki sürede alınan borçlar üretimi ve
ulusal geliri artırmaya yarayacak alanlarda kullanılmayacak; ardı arkası
kesilmeyen savaşların finansmanında, cari açıkların kapatılması ve ne kadar
hazindir ki saray yapımı gibi işlerde kullanılacaktır. Borçların artması ve bu borçların
altından kalkılamaması Osmanlıyı ‘’Hasta Adam’’ olarak nitelendirilmesine sebep
oluyor ve diğer devletlerin iç işlere müdahale süreci nasihatler ile
başlıyordu.
9 Ekim 1873 tarihli Londra Times şunları
yazıyordu: ’’ Şu an Türkiye’ye yapılabilecek tek hizmet, gelir
ve gider düzeninin, gerçek kurallarını iyi bilen, Sultan’ın bile müdahalesine
izin vermeyecek şekilde düzenlenmiş engelleme ve sınırlamalarla korunan,
prensip sahibi devlet adamlarının ellerine bırakarak ciddi bir şekilde garanti
altına alana kadar, hangi nedenlerle olursa olsun bir tek şilin bile vermeyi
reddetmek olabilir.’’
Ekonomik olarak artık boğaza kadar battan
devlet 1873 bunalımı ile dış borçları ödemek için fon bulamayacak duruma
gelmiştir. Ekonomik yükümlülükleri yerine getiremeyeceğini ilk kez resmi ilan
olarak 1875 yılında Sultan Abdülaziz’in sadrazamı Mahmut Nedim Paşa tarafından
alınan moratoryum (Vadesi geçmiş borçların tamamının veya bir bölümünün,
belirli bir süre için ödenemeyeceğini bildiren resmi duyuru veya hükümet kararı)
kararı ile duyurdu. 20 Aralık 1881’de Muharrem Kararnamesi ile borçların
tekrardan yapılandırılması yolu açılmıştı. Düyun-u Umumiye İdaresi (Düyun-u
Umumiye-i Osmaniye Varidat-ı Muhassasa İdaresi) kuruldu ve Osmanlı
Devleti’nin yüksek gelire sahip olan vergileri bu idareye aktarıldı ve dış
borçların ödenmesi garanti altına alındı. Bununla da kalmayarak yeni vergilerin
konulması ve iç borçlarında yönetilmesi de bu idareye terk edildi. Bu 6 asırlık
bir devletin sonunun başlangıcı idi. Önce ekonomik bağımsızlığını yitirdi
arkasından aynı akıbet siyasi sahnede de kendini gösterdi. Ekonomisi iflas
etmiş ve dış etkenlerin eline geçmiş bir ülkenin hukuksal varlığı da artık
çökmek üzere olması da beklemesi gereken bir gerçekliktir.
İsmail Enver, devletin çıkmaz sokağa girdiği
bu dönemde 12 Kasım 1298 Çarşamba günü saat 12’de (23 Kasım 1881) , İstanbul’da
eski Lisan Mektebinin karşısında Divanyolu’ndaki evlerinde dünyaya gelmiştir.
Babası, önceleri Nâfia (Bayındırlık) Nezareti fen memuru olan, daha sonra surre
emini olan ve sivil paşalık rütbesine yükselen Ahmet Bey, annesi Ayşe
Hanım’dır. İlk besmelesini kendi ifadesi ile ‘’ Üç yaşında, evin
yanındaki ibtidai mektebine gitmek hususunda gösterdiğim arzuma ebeveynim mâni
olamayarak, ilk besmeleyi mektep muallimi Kara Hafız Efendi’nin önünde telaffuz
ettim.’’ diyerek anlatır. Altı yaşına kadar İstanbul çeşitli
ibtidailerde devam etmiş, babası Ahmet Bey’in Manastır vilayeti nafia
kondüktörlüğüne tayini ile buraya yerleştiklerini ve burada ibtidai kısmı
bitirerek 1305 (1887/1888) senesinde yine Manastır’da Rüştiye-i Askeri birinci
senesine başlamıştır. Kendi ifadeleri ile ‘’ Yaşımın küçüklüğünü ileri
sürerek kabul etmek istemedilerse de, gösterdiğim hâhiş (istek) üzerine
muvafakat ettiler. Arkadaşlarım arasında en küçük olmakla beraber, yaramaz
olmadığımdan, hepsinin muhabbetini ve derslere gayretim dolayısıyla da,
muallimlerin teveccühünü celp etmiştim. ‘’ diyerek askeri hayatına
başlangıcı yapmıştır. Rüştiye-i Askeri’de ilk imtihanında yetmiş beş mevcutlu
sınıfta yedinci olmuş fakat genel imtihanda okutulmayan hac konusu hakkında
gelen soruya cevap verememesi neticesinde sınıfın altmışıncısı olmuştur. Bu
durum İsmail Enver’in işi gevşetmesine ve bir düşüşe sebebiyet vermiş olmasına
ve bununla birlikte hocalarının da bu duruma önem vermemeleri genç Enver’de bir
rehavet havasına sebep olmuştur. Fakat dördüncü yıl son bir gayret ile sınıfın
otuzuncusu olmuştur. Mektepten çıkışta on yedinci olarak askeri rüştiyeyi
bitirmiş ve on beşinci olarak askeri idadiye girmiştir.
Devam edecek…
*Kırşehir
Ahi Evran Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Tarih Anabilim Dalı Tezli
Yüksek Lisans Öğrencisi
Kaynakça:
*Şevket Süreyya Aydemir, Makedonya’dan Orta Asya’ya Enver Paşa
Cilt 1
*Enver Paşa’nın Anıları 1881-1908, Haz: Halil Erdoğan Cengiz
*Arslan
Tekin, Enver Paşa ve Dönemi
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Kopmuşuz bizler o öz varlık olan manzaradan
Bahseder gerçi duyanlar o onulmaz yaradan.
Derler ki: İnsanda derin bir yaradır köksüzlük
Budur âlemde hudutsuz ve hazin öksüzlük. (Y. Kemal Beyatlı)