18 Şubat 2015 Çarşamba

ALEMDAR MUSTAFA PAŞA’NIN SADRAZAMLIĞI


ALEMDAR MUSTAFA PAŞA’NIN SADRAZAMLIĞI

Osmanlı’da yenileşmeyi başlatan III.Selim’in Kabakçı Mustafa Paşa isyanı ile devrilmesinden sonra Padişahı tekrar tahta çıkarmak için İstanbul’a gelen Alemdar Mustafa Paşa muradına erememiş, III.Selim son anda isyancılar tarafından öldürülmüş ve tahta yine modernleşme tarihimizde çok önemli bir isim olan II.Mahmut çıkmıştı.
 
Kısa sürede hem merkezde hem de taşrada bütün ipleri eline alan Alemdar Mustafa Paşa’nın sonu aklını başından alan bir cariye yüzünden gelmişti.Kamertab isimli dilberin etkisiyle her türlü tedbiri elden bırakan Alemdar, Yeniçeriler’in isyanı sırasında kuşatıldığını görünce konağını havaya uçurmuş ve düşmanlarıyla birlikte ölmüştü.
 
ADI BİLE ÜMİT VERDİ
 
İmparatorluktaki gerileme 18.y.y’ın sonuna doğru hızla devam etmiş, alınan önlemler gerilemeyi durdurmaya yetmemişt.1757 ile 1774 yılları arasında padişahlık yapan III.Mustafa devrinde sınırlı da olsa  yenilik hareketlerine girilmiş fakat beklenen başarılı sonuç bir türlü alınamamış ve imparatorluk gün geçtikçe daha da kötüye gitmişti.Başarısızlıkların getirdiği ümitsizlik, devlet adamlarının bakışlarını Şehzade III.Selim’e yöneltmişti.
 
KRAL İLE AHBAP OLDU
 
Müneccimbaşı ve ulemadan bazıları, bu iyimser düşüncelere hemen bir dayanak da bulmuşlar ve “Evet, devletimizin durumu son derece kötü ancak telaşa gerek yok, zira şehzadenin adı Selim’dir.Aynen atası Yavuz Sultan Selim’in adını taşımaktadır ve bu kutlu tesadüf boş değildir.Onun tahta çıkması ile devlet aynen Yavuz devrindeki gibi müthiş bir toparlanma ve ardından yükseliş devrine geçecektir” demişlerdir.
 
Çaresizliğin verdiği ümitle ileri sürülen bu düşünceler, daha çocukyaştan itibaren Şehzade Selim’in omuzlarına ağır sorumluluklar yüklemişti.Devrin “Vak’anüvisleri” yani resmi tarihçileri, Selim’in çok küçük yaşlarında bile devlet işlerini merak ettiğini, “Ben olsam şöyle yapar böyle ederdim” dediğini hatta kurşundan toplar dökerek yeni icatlar peşinde koştuğunu yazmışlardı.Sadece İmparatorluk içindeki gelişmeleri değil dünyada da neler olup bittiğini hayli merak eden Şehzade Selim, özel doktoru Lorenzo aracılığıyla Fransa elçiliği ile de temasa geçmişti.Kral 16.Louis ile de mektuplaşmıştı.1789’de işte bu iyimser hava içinde “Üçüncü Selim” olarak Osmanlı tahtına oturan şehzade, uzun süren Rus  ve Avusturya savaşlarından sonra İmparatorluğun kurtuluşu için ilk etapta askeri alanda, sonra da idari ve mali sahalarda radikal yeniliklerin şart olduğu kanaatindeydi.Ancak döneme “Nizam-ı Cedit” adıyla damgasını vuran reform çabaları, muhafazakar çevreler ile arkalarına aldıkları Yeniçerilerin muhalefeti sonunda kanlı bir biçimde sona erdi.Cesur ve yenilikçi padişah III.Selim, Kabakçı Mustafa isyanıyla iktidardan uzaklaştırıldı.
 
AĞA'NIN GÖZÜNE GİRDİ
 
Kabakçı Mustafa, Boğaz'ın muhafız birliğinde bir askerdi. Onun önderliğinde yapılan saray baskınında Üçüncü Selim tahttan indirilerek hapsedildi, âsilerin istediği Şehzade Mustafa, “Dördüncü Mustafa” olarak padişah ilân edildi. Böylece Sultan Selim'in başlattığı ve bir kısım devlet adamının büyük ümitler bağladığı 'Nizam-ı Cedit', yani “yeni düzen” adı verilen bu reform girişimi de sona erdi.
 
Osmanlı İmparatorluğu'ndaki yenileşme hareketleri bitmek üzereyken, Rumeli'deki Rusçuk'tan yükselen bir ses reformlara yeniden hayat verdi. Bu ses, Alemdar Mustafa Paşa'ya aitti ve Sultan Selim'in tahttan indirilmesine şiddetle karşı çıkmıştı.
 
Alemdar Mustafa Paşa, 1765’te Hotin’de Hacı Hasan isimli bir Yeniçerinin oğlu olarak dünyaya gelmiş ve aynı ocağa kaydolup bölüğünün sancağını taşıdığı için “Alemdar” lakabı ile anılır olmuştu.
 
18. yüzyılın sonlarında merkezi Osmanlı hükümeti otoritesini yavaş yavaş kaybetmiş, ortaya çıkan otorite boşluğunu “ayan” yani halk ile devlet arasındaki işlerde aracılık eden ve devlet nezdinde halkın temsilcileri olan seçilmiş kişiler ile “mütegallibe” yani zorbalar ve “Dağlı Eşkiyası” denilen mahalli güç odakları doldurmuştu.
 
Balkanlar'da aralıksız şekilde devam eden Rus ve Avusturya savaşları bölgede merkezi otoritenin tesisini imkânsız kılmış, düşmana karşı direnişin sürdürülmesi için gayrımeşru güç odaklarına bağımlı ve muhtaç hale gelinmişti. Babıâli, iktidarına ortak olan ayanlardan âsi olmayan ve hâlâ sadakatini sürdürenler ile temas kurup zorbaları ve eşkıyayı temizlemekten başka yol bulamadı. Hükümete bağlı olanlardan biri de Rusçuk ayanı Tirsinikli oğlu İsmail Ağa idi. Alemdar Mustafa da zorbalarla giriştiği mücadelede Tirsinikli oğlu İsmail Ağa'nın maiyetine katıldı ve kısa sürede büyük yararlıklar göstererek Ağa'nın takdirini kazandı.
 
ADAM KESTİ, YÜKSELDİ


İsmail Ağa'nın hazinedarı ve bayraktarı olarak en güvenilir adamı haline geldi Alemdar Mustafa, âsilere karşı kazanılan büyük başarıların ardındaki asıl kahraman oldu. Özellikle I797'de meşhur dağlı eşkıyası Pazvantoğlu Osman'ın hayli kalabalık ordusunu sadece 200 kadar adamıyla püskürtüp Rusçuk'u kurtarması, bir anda bölgede adının duyulmasını ve hükümette bile şöhret kazanmasını sağladı. Başarısından ötürü Silistre Valisi Gürcü Osman Paşa'nın teklifi üzerine “Hassa Hasekiliği” payesi verilerek ödüllendirildi. Yine Pazvantoğlu'nu Tırnova hücumunda mağlup etmesi, ardından da eşkıyadan Manav İbrahim'i tepelemesiyle ününe ün katan Alemdar Mustafa, önce kapıcıbaşılığa, ardından da 1804'te İsmail Ağa'nın teklifiyle Hacı Ömer Ağa'nın ölümü sonucu boşalan Hezargrad âyanlığına atandı.
 
Tirsiniklioğlu İsmail Ağa'nın 1806'da bir suikasta kurban gitmesine kadar bu görevde kalan Alemdar Mustafa Ağa, efendisine yapılan suikast haberini alır almaz süratle Rusçuk'a koşmuş ve bir kargaşa çıkmasına meydan vermeden düzeni yeniden sağlamıştı. Dürüstlüğüyle öteden beri herkesin sevgisini kazanan Alemdar Mustafa Ağa'yı Rusçuk ayanı olarak görmek isteyen halk, İstanbul'a bu maksatla temsilciler gönderdi, halkın talebi kabul edildi ve Alemdar Mustafa, Rusçuk'a ayan olarak atandı.
 
Alemdar, aslında Efendisi Tirsiniklioğlu gibi, Üçüncü Selim'in başlattığı “Nizam-ı Cedit”, yani yeniliklere karşı idi. İsmail Ağa ve diğer ayanlar, Nizam-ı Cedit güçlendikçe devlet içinde devleti andıran sun'i hâkimiyetlerinin sona ereceğini pekâlâ biliyorlardı. Alemdar da efendisinin etkisiyle ve devrin genel havası içinde yeniliklere muhalif kanat içinde yer almıştı, üstelik babası gibi yeniçeri ocağından yetişmeydi ve yeni düzenle bu ocağın tasfiyesi sözkonusuydu.
 
Genç ayan, bu sırada patlayan Osmanlı-Rus savaşında yeniçerilerden meydana gelen merkez ordusunu ilk defa topluca ve yakından görme fırsatı buldu. Mensup olduğu şanlı yeniçeri ocağının bu kadar disiplinsiz, askerlik vasıflarından mahrum ve güçsüz olduğunu görünce ocak hakkındaki düşünceleri temelinden sarsıldı, Yeniçerilerle artık asla bir savaş kazamlamayacağı ortadaydı. “Padişahın yeniçeri ocağını tasfiye etmek ve yerine daha disiplinli ve güçlü bir ocak kurmasından daha tabii ne olabilir?” diyenlerin tamamen haklı olduğunu artık anlamıştı.
 
Düşünceleri zaman içinde değişen Alemdar bir taraftan Rusçuk, Yergöğü ve Tuna sahillerinde Rus ilerleyişine engel olmaya çalışıyor, öte yandan açtırdığı kanallar ve diğer bazı önlemler ile bölgedeki ziraatin gelişmesine çalışıyordu. Bir zamanlar zorbalar tarafından halka yüklenen yasadışı vergileri kaldırmış, bu yüzden daha önce topraklarını terkedenler tekrar vatanlarına dönmüşler ve Alemdar bölgede halkın sevgilisi haline gelmişti. Bu adil ve itaatkâr idarecinin faaliyetleri Osmanlı Padişahı Üçüncü Selim'in Alemdar'a özel önem vermesine sebep oldu.
 
Sultan Selim, daha önce isyandan vazgeçtikten sonra Vidin muhafızlığına atanan Pazvantoğlu Osman Paşa vefat edince hiç tereddüt etmeden Alemdar'ı Silistre Valiliği'ne ve Tuna Başkomutanlığı'na getirdi. Alemdar artık adaleti, dürüstlüğü ve halkın teveccühünü kazanmasının sayesinde de Rumeli'nin en güçlü paşası ve padişahın en güvendiği vezirlerden oldu. 1806'da başlayan Rus savaşında önemli yararlıklar gösterdi, Rus Mareşali Mikelson'u bozguna uğratarak ordu içindeki şöhretini arttırdı ve Ruslar'a karşı direncin yeni umudu oldu.
 
GİZLİ ÖRGÜT KURDU
 
Alemdar'ın dirayeti sayesinde Ruslar'a ve Sırplar'a karşı başarılı biçimde karşı konulduğu ve merkezi otorite bölgede yeniden kurulduğu sırada İstanbul'dan gelen bir haber herşeyi tersyüz etti: Başkentte Kabakçı isyanı patlak vermiş ve yeniçeriler Üçüncü Selim'i tahttan indirmişti. Haber ordu karargâhına ulaşınca ortalık bir anda karıştı ve yeniçeriler başta ağaları Pehlivan Ağa olmak üzere toplanıp “Yoldaşlarımız İstanbul'dakileri temizlemişler, biz de buradaki Nizam-ı Ceditçiler'i temizleyelim, ne duruyorsunuz, vurun!” diyerek padişahın sadık adamı Sadrazam Hilmi Paşa'nın çadırına saldırdılar. Alemdar'ın çiftliğine sığınan Sadrazam, canını zor kurtardı.
 
Bir süre sonra Sadrazam Hilmi Paşa'nın azledildiği, yerine, yeni padişah Dördüncü Mustafa'nın adamı olan Çelebi Mustafa Paşa'nın atandığı haberi geldi. Düşmana karşı koyması gereken ordu cephelerden çekilip ana karargâha dönmüş, aralarındaki yenilikçi idarecileri ve Nizam-ı Cedit ocağı neferlerini ayıklama ve katletme işine koyulmuşlardı. İstanbul'da da durum farklı değildi, Yenilikçileri tasfiye operasyonu sarayda ve saray çevresinde de hızla sürüyordu. Dördüncü Mustafa'nın tahta oturmasıyla idarenin dizginleri başta Sadaret Kaymakamı Köse Musa Paşa ile Şeyhülislâm Topal Ataullah Efendi olmak üzere yenilik karşıtlarının eline geçmiş ve yeni kadro hızla Nizam-ı Cedit taraftarlarını sürgünler ve idamlar yoluyla tasfiyeye girişmişti.
 
İlk şaşkınlık atlatıldıktan sonra ordudaki aklı başındaki idareciler, yeni sadrazamın birşeyler yapacağından umutlu olmadıkları için, Alemdar Pasa'ya dağılmış orduyu toparlayarak idareyi ele almasını, aksi halde Ruslar'ın İstanbul'a kolaylıkla gireceğini söylediler. Alemdar bu ciddi uyarı ve yanına sığınan eski sadrazam Hilmi Paşa'nın da teşviki sonucunda, Silistre valisi ve Tuna başkomutanı olarak son derece disiplinli ordusuyla ana karargâha geldi ve ortalığı velveleye veren yeniçeri kabadayılarını sindirdi. Ardından da yeni Sadrazam Celebi Mustafa Paşa ile görüşüp işleri yoluna koydu. Ama bir süre sonra Çelebi Paşa'nın kaprislerine ve hilelerine daha fazla dayanamayan Alemdar, yeniden karışıklık çıkmaması için ana karargâhtan ayrıldı ve Rusçuk'a çekildi.
Alemdar Mustafa Paşa, Rusçuk'a dönerken ordu içindeki yenilikçi kanat mensuplarını da beraberinde götürdü ve İstanbul'dan sürülen yenilikçiler de bir süre sonra Alenıdar'ın yanına sığındılar. Alemdar Paşa'nın konağı artık yenilikçilerin karargâhıydı.
 
Kabakçı isyanında zaten önde gelen yenilikçi devlet adamları katledilmiş, daha alt kademedeki görevliler canlarını orduyla beraber Balkanlar'da oldukları için kurtarmışlardı. Mustafa Refik Efendi, Mehmed Said Galip, Abdullah Ramiz, Mehmed Tahsin ve Mehmed Emin Behiç Efendiler, Alemdar Mustafa Paşa'ya sığınıp Paşa'nm başkanlığında gizli bir örgüt kurdular. Daha sonra “Rusçuk Yaranı” diye adlandırılan örgütün amacı, yenilikçi padişah Üçüncü Selim'i tekrar tahta çıkarmak ve yarım kalan Nizam-ı Cedit hareketini devam ettirmekti.
 
HAYDİ DARBE YAPALIM
 
Yenilikçiler, Üçüncü Selim'in ıslahatını ve ıslahatın neden kaçınılmaz olduğunu, aksi halde devleti nasıl bir son beklediğini Alemdar'a uzun uzadıya anlattılar. “Rusçuk Yaranı” içinde Alemdar'ı en çok etkileyen ve yenilikçi akıma mutlak anlamda destek vermesini sağlayan kişi, Ramiz Efendi idi. Ekibin diğer üyelerinin de telkinleriyle heyecana gelen Alemdar Paşa, Rumeli şivesiyle “Bre ne dururuz böyle, a be gidip Sultan Selim'i padişah edelim”' dediyse de komite bunun sakıncalarını sıraladı ve nasıl bir yol takip edilmesi gerektiği konusunda fikir verdi.
 
Plâna göre, Alemdar Paşa ordusu ile İstanbul'a girip sarayı basacak ve bir karşı darbe ile Üçüncü Selim'i tahta oturtacaktı. Ancak Alemdar'ın vali olarak ordusu ile İstanbul'a yürümesi hoş karşılanmaz, merkez ordusu tarafından engellenebilir ve sonuçta hayli kardeş kanı akabilirdi. Bu sebeple “Rusçuk Yaranı” üyeleri ilk önce Silistre'deki Sadrazam Çelebi Mustafa Paşa ile Alemdar'ı uzlaştıracak, öte yandan İstanbul'a gidip sarayda Dördüncü Mustafa'nın en yakın adamlarını Alemdar Mustafa Paşa'nın yeni padişahı desteklediği ve Nizam-ı Cedit devrinin bitmesinden dolayı ne kadar memnun olduğu konusunda ikna edeceklerdi.
 
Plânın birinci ayağının uygulanmasına geçildiği sırada Ruslar'la ateşkes imzalanmış, ordu Edirne'ye dönmüştü. Fırsatı kaçırmayan Alemdar da Edirne'ye geldi ve sadrazamla görüşüp aradaki soğukluğu giderdi. Diğer taraftan Mustafa Refik ve Behiç Efendiler, plânın ikinci ayağını uygulamaya koymak üzere saraya hareket ettiler ve sarayın nüfuzlu adamlarından olan hazine kethüdası Ebe Selim, Çuhadar Gürcü Abdülfettah ve Hazine Vekili Nezir Ağaları, padişahın otoritesine göz diken zorba idarecilerin temizlenmesini sağlayabilecek tek gücün Alemdar Paşa olduğu konusunda ikna etmeyi başardılar.
 
Ancak, Sadaret Kaymakamı Köse Musa Paşa ile Şeyhülislâm Topal Ataullah Efendi, Alemdar'ın sadakati konusunda kuşkulu ama Paşa'nın yenilikçi kanada düşmanlığı konusunda hemfikir idiler.
 
Dördüncü Mustafa da tahtını âsilere borçlu olduğu için isyanın elebaşılarının ve bu kişilerle işbirliği halinde bulunan devlet adamlarının türlü kepazeliklerine ve ferman dinlemez tavırlarına tahammül edemez hale gelmişti. Padişah bu yüzden Mustafa Refik ve Behiç Efendiler'in sözlerini samimi zannederek takdir etmiş, Refik Efendi'yi ordu reisülküttaplığına, Behiç Efendi'yi de ordu defterdarlığına atayarak ödüllendirmişti.
 
ORDU ŞEHRİN KAPISINDA
Alemdar ve “Rusçuk Yaranı”, Sadrazam Çelebi Mustafa Paşa'yı, Sultan Mustafa'nın saltanatına ortak çıkan türedileri temizlemek ve ordunun yiyecek ve giyecek ihtiyaçlarını temin etmek gerekçeleriyle İstanbul'a gitmeye ikna ettiler. Merkez ordusu ile Alemdar Mustafa Paşa'nın ordusu Edirne'den hareket etti. Daha İstanbul'a girmeden operasyonu başlatmaya karar veren Alemdar, isyanın elebaşılarını temizleyerek bir ön tedbir almak düşüncesindeydi. Bu maksatla yakın adamlarından Pınar Hisar ayanı Uzun Hacı Ali Ağa'yı, Sultan Selim'i tahtından indiren isyanın elebaşısı Kabakçı Mustafa'yı öldürmek üzere gönderdi.
 
Kabakçı Mustafa sıradan bir nefer iken isyandan sonra “Boğaz Muhafızı” unvanıyla önde gelen devlet görevlilerinden biri oluvermişti. Uzun Ali Ağa, yeni evlenmiş olan Kabakçı Mustafa'nın gerdek gecesi evini basarak kafasını uçurdu ve Alemdar Paşa'ya gönderdi. Hadise, şehre ertesi sabah dalga dalga yayıldı. Herkes şaşkındı, zira son derece şöhretli bir ınevkiye ulaşan âsiyi öldürmeye cesaret eden ve bunu son derece kolaylıkla icra eden kimdi?
 
Padişah hadiseyle ilgili olarak Edirne'de olduğunu zannettiği ordudan izahat istenmesini ferman etti ancak ordunun İstanbul kapılarına geldiği haber verilince dehşete düştü. Haberciler, Sadrazam Çelebi Mustafa Paşa ile Alemdar Paşa'nın ordularıyla İstanbul kapılarına ulaştıklarını ilân etmesiyle halk büsbütün şaşırıp kaldı. Her yerde onlarca dedikodu ve ihtimal konuşuluyordu.
 
Padişah şaşkınlığını üzerinden attıktan sonra 1808 Temmuz'unda Musa Paşa ile Ataullah Efendi'yi orduyu karşılamak üzere Alemdar'a ve sadrazama yolladı. Ardından da orduyla beraber sefere gönderine sancak-ı şerifi karşılamak üzere hareket etti. Kırk Kavak denilen yerde sadrazam, Alemdar Paşa'yı Padişah'a takdim etti ve sadakati konusunda teminat verdi. Bu sırada Rusçuk Yârânı’ndan Ramiz Efendi, son derece isabetli olarak Alemdar'a sarayı basıp önde gelenleri katletmesini yahut sürgünle cezalandırmasını ve Üçüncü Selim'i tahta oturtmasını, aksi halde işin rengi anlaşılırsa bunu daha sonra yapmanın çok zor olacağını ve muhaliflerin Sultan Selim'i öldürebileceklerini söyledi.
 
DÜRÜSTLÜĞÜN ZARARI
 
Ancak Alemdar Paşa, “Bre, saray baskını kahbece bir hareket olur, alenen gider istediğimizi yaparız!” diye cevap verince Ramiz Efendi ısrar edemedi. Alemdar Paşa'nın teklifi reddetmesi, sonunu getirecek gelişmelerin de başlangıcı olmuştu.
 
Padişah'ın iradesine karşı çıkmayan Alemdar Paşa, önceleri sur içine girmeyip ordusuyla birlikte Çırpıcı Çayırı'nda kaldı. Ardından ordusunun bir kısmını İstanbul'da asayişi sağlamak üzere sur içine gönderdi ve son derece gösterişli kıyafetli düzenli askerlerin sokaklarda görünmesiyle, uzun süredir isyandan aldıkları güçle İstanbul'da etmedikleri rezalet kalmayan yeniçerilerin her biri bir deliğe saklandı. Asayişin sağlanmasının ardından Kabakçı İsyanı'na ve Üçüncü Seİim'in tahttan indirilmesine karışmış olanlar bir bir yakalanarak idam edildi, öldürülmeyenler de sürgüne yollandı. Bedel ödeme sırası şimdi âsilerdeydi ve “Rusçuk Yaranı” Ramiz Efendi'nin verdiği isimlere göre İstanbul'da ciddi bir temizlik operasyonuna girişildi.
 
CASUSLAR GİDİP GELDİ
  
Temizlik hızla sürerken, Sadrazam Çelebi Mustafa Paşa'ya Alemdar Paşa'nın asıl maksadının Üçüncü Selim'i tekrar tahta çıkarmak olduğu haberi sızdırıldı. Neye uğradığını şaşıran ve aldatıldığını anlayan sadrazam, derhal Nezir Ağa ve Hacı Ali Ağa aracılığıyla durumdan padişahı haberdar etti. Alemdar'ın sadakatine inanan ve Üçüncü Selim'i idam etmeye hazırlanan Sultan Dördüncü Mustafa, tahtının elinden alınacağı haberi üzerine allak bullak oldu ve tedbir için harekete geçti.
 
Alemdar Paşa'nın casusları, Padişah'ın ve saray mensuplarının direniş için hazırlıklara başladıklarını ihbar edince Paşa, Çırpıcı Çayırı'ndan hızla ayrılıp ordusuyla şehre daldı ve Babıâli'yi basarak sadrazamlık mührünü Çelebi Mustafa Paşa'dan aldıktan sonra saraya yürüdü.
 
HAREM AĞASI KAYIP
 
Paşa, Şeyhülislâm Arapzade Arif Efendi'yi çağırtıp “Saraya gidiyoruz” demiş ancak Arif Efendi işi biraz ağırdan almıştı. Bunun üzerine Paşa, “Bre, Arap oğlu musun nesin, kalk diyorum!” diye bağırınca Arif Efendi hayatında ilk defa duyduğu bu sert sözler üzerine dehşete kapıldı ve ok gibi yerinden fırladı. Sarayın Orta Kapısı'nı geçtikten sonra duran Alemdar, Kızlar Ağası Mercan Ağa'yı çağırtıp Üçüncü Selim'i tahta çıkarmak için geldiklerini içeriye hemen haber vermesini ve Sultan Üçüncü Selim'i hapisten çıkarıp getirmesini söyledi.
 
Söyledikleri yapılmadığı takdirde sarayda taş üzerinde taş bırakmayacağı tehdidini de savuran Alemdar, Arapzade'yi tahttan çekilmesini söylemek için Sultan Mustafa'ya yolladı. Hiç vakit kaybedilmeden ve bir baskınla meselenin halledilmesi gerekirken bu şekilde vakit geçirilmesi son derece büyük bir hata idi. Mercan Ağa haberi saraya ilettikten sonra ortadan kayboldu.
 
Sarayda ise Sultan Dördüncü Mustafa ekibi, önce Üçüncü Selim'i, ardından da Osmanlı hanedanının son erkek ferdi olan Şehzade Mahmııd'u öldürmeyi tasarlamıştı. Alemdar sarayı ele geçirse bile, hanedanın Dördüncü Mustafa'dan başka erkek ferdi kalmamış olacağı için, Mustafa tahtta kalacaktı. Üçüncü Selim'in odasına derhal birkaç cellât gönderildi ve yenilikçi padişah hunharca katledildi. Devrin kaynakları, Selim'in canını kurtarmak için son çare olarak yalvarıp yakardığını, hatta cellâdın elini öptüğünü yazarlar.
 
Selim'i katleden saray mensupları ve cellâtlar, ardından Şehzade Mahmud'u aramaya koyuldular, bir odada sıkıştırdılar ve hançerle kolundan ve kaşından yaraladılar. Şehzade Mahrnud, başta lalası Amber Ağa olmak üzere birkaç yakın adamı ve hizmetkârlarının cansiperane çabalarıyla bacadan Kuşhane mutfağının damına çıkarıldı ve damdan kaçarak canını kurtardı.
 
SARAYDA CAN PAZARI
 
İçerde bu can pazarı yaşanırken Alemdar saraydan bir cevap gelmeyince telâşa kapıldı ve ordusuyla baskına girişti. Kapıları bir bir kırıp Arz Odası'nın yanına gelince yerde bir ceset bulan Paşa, “Bu, efendimiz Üçüncü Selimdir” cevabını alınca önce inanmak istemedi ama ardından cesedin üzerine kapanıp hıçkırıklara boğularak ağlamaya başladı. Uzun süre böyle kalan ve yanındakilerin “Ağlama vakti değildir efendim, bari son şehzadeyi kurtaralım” demesiyle kalkan Alemdar, saray içinde hışımla dolaşmaya başladı. Bizzat eliyle, suçlu suçsuz birçok kişiyi katlettikten sonra Şehzade Mahmud'u Arz Odası'na getirip tahta oturttu ve “Amcanı padişah yapmak için geldim. Yetişemedim, bari seni sultan edip teselli bulayım” diyerek biat etti. Buna karşılık yeni padişah İkinci Mahmud, Alemdar'ı sadrazam tayin etti ve ardından da Sultan Dördüncü Mustafa'yı “kafes” denilen hapishaneye yolladı.
 
Sadrazam Alemdar Mustafa Paşa'nın emri ile başta Abdülfettah, Nezir ve Mercan Ağalar, Bostancı Mustafa, Cellat Acı Bağdatlı, İmrahor Mehmed, Sır Kâtibi Ahmed, Mabeynci Cevher, Kethüda Ebe Selim ve Sadaret Kaymakamı Köse Musa Paşa olmak üzere birçok saray mensubu katledildi, bir kısmı da sürülerek Üçüncü Selim'in intikamı alınmış oldu. İşbirlikçi cariyeler ve diğer kadın hizmetliler, geceleyin Kızkulesi'nden denize atılarak katledildiler. Yeniçeri ocağında da temizlik yapıldı ve başta ocak bezirganı ve eski sekbanbaşı Arif Ağa olmak üzere önceki isyana ve son olaylara karışmış tüm ocak mensupları öldürüldüler. Bu cezalandırma furyası, uzun süredir kaosun hâkim olduğu İstanbul'a yeni bir asayiş ve düzen getirdi.
 
DEVLETE SENET VERDİ
 
Alemdar Paşa merkezde padişahın otoritesini sağladıktan sonra devletin taşrada sadece ismen kalmış olan otoritesini yeniden tesis etmek üzere kolları sıvadı. Devlet içinde devlet gibi hüküm süren tüm ayanı ve mahalli hanedanları, padişaha bağlılıklarını bizzat söylemek ve memleketin kurtuluş çarelerini müzakere etmek üzere İstanbul'a davet etti. Alemdar'dan çekinen ayan daveti kabul etliler ancak başkente ordularıyla birlikte geldiler ve 29 Eylül 1808'de Padişah'a takdim edildiler. Müzakerelerin sonunda, 1808 Ekim'inde, Osmanlı tarihinde bir ilk olan ve itaatleri karşılığında Padisah'm otoritesine taşradaki güç odaklarını ortak eden ”Sened-i İttifak” denilen belge imzalandı. İkinci Mahmud'un istemeyerek tasdik ettiği belge ile Alemdar Mustafa Paşa, merkezin ve taşranın tartışmasız tek hâkimi oldu.
 
Büyük Meclis'te yeniçeri ocağının kendi haline bırakılması ama talimli asker yetiştirilmesi gerektiği kararlaştırılmıştı. Alemdar Paşa, Üçüncü Selim devrinde görev yapmış ancak daha sonra etrafa dağılmış olan Nizam-ı Cedit'in askerlerini ve subaylarım topladı.
 
Bu, aslında Nizam-ı Cedit'in yeniden canlandırılması demekti ancak yeniçerilerin tepkisine ve doğabilecek yeni bir kaosa meydan vermemek için bir yeniçeri bölüğü olan 'Sekban bölüğü'nün adına Nizam-ı Cedit'in ikinci kelimesi eklendi ve “Sekban-ı Cedit” adıyla yeni ordu kuruldu. Bu hassasiyete rağmen yeniçeriler eninde sonunda ocaklarının kapatılacağından emindiler ve yeni bir ordunun teşkilinden ötürü Alemdar'a diş bilemeye başladılar.
 
Alemdar Mustafa Pasa'nın tek başına idarenin dizginlerini ele alması ve 'Rusçuk Yârânı'nın Babıâli'yi ele geçirmesi, Enderun ve saray mensuplarının husumetine sebep oldu. Paşa'nın Sened-i İttifak'ı padişaha tasdik ettirmesi de Sultan İkinci Mahmud'un kendisinden yüz çevirmesine ve muhalif çevrelerle işbirliğine yönelmesine yolaçtı. Padişah ve saray ekibi, Alemdar'ın diktatör tavrından ve tahtın vesayet altında oluşundan son derece rahatsızdı. Sarayın ileri gelenleri, Padisah'ın da onayı ile yeniçerileri ve ulemayı el altından Alemdar aleyhine kışkırtmaya başladılar.
 
REHAVETE KAPILDILAR
 
Kısa aba poturları, süslü cepkenleri, kıymetli şallar sarılmış başlıkları ile Sekban-ı Cedit askeri pek şık ve ihtişamlı idi. Alemdar Paşa'nın askerleri ise, altın ve gümüş tozlukları, ceviz büyüklüğündeki gümüş düğmeleri, som gümüş kundaklı tabanca ve tüfekleri ve kıymetli kumaştan üniformaları ile güçlükle hareket ediyorlardı. Buna karşın gözden tamamen düşen yeniçeriler de pejmürde kıyafetleriyle köşebaşlarında sebze, limon ve kömür satarak yahut hamallık ve kayıkçılık yaparak sürünüyorlardı. Merkezde iktidarı ellerinde tutmakta teselli bulan yeniçeriler, Sekban-ı Cedit'in son tesellilerini de ellerinden alması üzerine intikamdan başka şey düşünmez olmuşlardı.
 
Alemdar Paşa ve ekibi, ocağın ve zorbaların tamamen sindirildiğini, bir daha asla isyana cesaret edemeyeceklerini sanıp rehavete dalmışlar, kendilerini İstanbul'un zevk ve safa âleminin büyüsüne kaptırmışlardı. Eğlenceler ve ziyafetler birbirini kovalıyor, memuriyete tayinler ve birtakım suçluların affı için alınan rüşvetler, sunulan hediyeler, birbirinden güzel cariyeler ve bazı haksız müsadereler yeni idare mensuplarını servet sahibi yapıyordu. Halk ise bu haksız uygulamaların tamamının Alemdar'ın müsamahasıyla yapıldığını düşünüp bütün faturayı ona kesti, Yeniçerilerle beraber fiili hizmet şartının ulema için de zorunlu hale getirileceği, fiilen hizmet etmeyenlerin emekliye sevkedileceği söylentileri yayılınca ulema sınıfı da tamamen Alemdar'ın aleyhine döndü.
 
Bazı adamları bu kötü gidişten dolayı Alemdar'ı ikaz ettiyse de sadrazam pek oralı olmadı, hatta kendine olan güvenini ispat etmek için ayanın ordularıyla birlikte memleketlerine dönmelerine izin verdi.
 
Paşa'nın basiretinin bağlanmasında en büyük pay Kamertab adındaki cariye idi. Anadolu Kazaskeri'nin, sürgünden kurtulmak için sunduğu bu dilber ve fettan cariye Alemdar'ın aklını başından almıştı. Güzelliği ile Paşa'yı sersemleten Karmertab, bir süre sonra muhtemelen muhalif çevrelerin maksatlı tertip ve telkini ile silâhtan çok korktuğunu söylemiş ve Alemdarı silâhsız gezmeye ikna etmişti. Amaç, bir suikast tertibinde Alemdar'ı savunmasız yakalatmaktı. Sert mizacıyla tanınan serhat paşası, herkesi şaşkına çeviren bu hadiseden sonra, devrin tabiriyle “karılar gibi silâhsız gezer” olmuştu.
 
Bu sırada Fatih'te meydana gelen bir hadise isyan ateşinin ilk kıvılcımı oldu. Ramazan ayında camide vaaz veren yenilikçi ulemadan Ubeydullah Efendi'nin “Sekban-ı Cedit ocağına kaydın her Müslüman'a farz olduğunu, buna karşı çıkanın kâfir sayılacağını” söylemesi üzerine camideki yeniçeriler ayaklanmışlar ve hocayı alaşağı etmek istemişler, hocayı koruyanlar yeniçerilere karşılık verince cami savaş alanına dönmüştü. Hadise şehirde duyulunca, yenilik taraftarları ile yeniçeriler arasında büyük gerginlik çıktı.
 
HALK KIZMAYA BAŞLADI
 
İkinci bir hadise de 5 Kasım 1808'de, Kadir Gecesi akşamı meydana gelmişti. Alemdar Paşa, Şeyhülislâm Esad Efendi'nin Beyazıt'taki konağına iftara gitmiş, Paşa'nın dönüşünde yapılacak olan gösterişli geçit resmini seyretmek isteyen halk da yol boyunca dizilmişti. Alemdar iftardan sonra konaktan çıkıca hayli insanın biriktiğini görmüş ve bunun bir komplo yahut suikast girimine yol açabileceğini düşünerek askerlerine derhal kalabalığın dağıtılmasını emretmişti.
Askerler son derece sert bir şekilde kalabalığı dağıttılar ve Alemdar teravih namazı için Ayasofya'ya gitti. Bu sırada aldıkları darbelerle yaralananlar, yeniçeri ve cebeci kahvehanelerine koşarak “Kadir Gecesi bize yapılan bu muamele reva mıdır? Devleti ele geçirmiş bir güruhun suçumuz yokken bize eziyet etmesini nasıl sineye çekeriz? Sizdeki Müslümanlık ve yeniçerilik gayretine ne oldu? Neden bunlara rıza gösterirsiniz?” diye şikâyet ettiler.

Saraydan, bayramdan sonra yeniçeri ocağının tamamen kaldırılacağı yolunda haberler de sızmıştı ve bütün bu olayların etkisiyle halkın da desteğini kazanan yeniçeriler, isyan plânları yapmaya başladılar. İstanbul'un her yerine, üzerinde “Rumeli'nden geldi bir çıtak/ Bayram ertesi ya kılıç oynayacak ya bıçak” yazılı kâğıtlar yapıştırıldı.
 
İsyan hazırlıkları içten içe sürerken, Alemdar ile adamları zevk ve safa âleminde günlerini gün ediyor ve muhaliflerinden “leblebici güruhu” yahut “baldırı çıplaklar” diye bahsediyorlardı.
 
"Yeniçerilerin plânına göre kışlalardan “Yangın var” diye bağırılarak çıkılıp ortalık velveleye verilecek ve halkın kulakları patırtıya alıştırılıp bir kaos ortamı yaratılacaktı. Yangın olduğu zaman sadrazamların bizzat yangın yerine gitmeleri âdet olduğu için Alemdar Mustafa Paşa da konağından çıkacak ve tüfekle yahut tabanca ile öldürülecekti. Ancak Alemdar bu tuzağa düşmedi ve ikinci bir plânın uygulanmasına karar verildi.
 
Yeniçeriler 15-16 Kasım akşamı kışlalarından çıkıp Babıâli'ye yöneldiler. Birbirlerini tanımak için “sabahtır” sözcüğünü parola olarak kullanıyorlardı. Önce "Yeniçeri Ağası Mustafa Ağa'dan isyana öncülük etmesini istediler ama Ağa'dan red cevabı alınca adamcağızı parça parça ettiler. Ardından Babıâli'yi basıp ateşe verdiler ve civardaki Nizam-ı Cedit yanlılarını da katlettiler.
 
ÇAREYİ BARUTTA BULDU
 
Alemdar Paşa, harem dairesinde Kamertab'ın kolları arasında uyuduğu için baskını çok geç haber almıştı. Hemen davullar çaldırarak etrafta dağınık halde bulunan askerlerini toplamaya çalıştı. Ancak böyle bir durumda nasıl hareket edileceğine dair önceden bir talimat bulunmadığı için, askerlerin sadece bir kısmı toplanabildi. Bir kısım asker de yeniçeriler tarafından, “Size kastımız yok, işimiz sadrazamladır” denilerek kandırılmıştı.

Çaresiz kalan Sadrazam, adamlarının ve Rusçuk Yarânı'nın gelip kendisini kurtaracağını umuyordu ancak ne askerleri ne de Kadı Abdurrahman Paşa ile Ramiz Paşa yardıma geldiler, zira İstanbul'da o sırada Alemdar'a taraftar olan ve destek veren kim varsa, ardarda baskınlarla öldürülüyordu.
 
Herkes can derdine düşmüştü ve yardım gelmeyeceğini anlayan Alemdar ailesi, cariyeleri ve köleleriyle birlikte haremin mahzenine indi, elinde kalan son kurşununa kadar kuşatmayı daraltan âsilere saatlerce karşı koydu. Alemdar'ı bu şekilde ele geçiremeyeceklerini farkeden âsiler, haremden dehlizler açtılar ve binanın kubbesine çıkıp yukarıdan ateşe başladılar. Yanındakilerin ölmemesi için yeniçerilerle anlaşacakmış görüntüsü veren Alemdar, kendisinin de eski bir yeniçeri olduğunu söyledi ve maiyetini ocağın namusuna teslim etti, yalnız kalınca da mahzendeki cephaneliği havaya uçurdu. Paşa ile beraber 500 kadar yeniçeri de can verdi.
 
Osmanlı tarihinin en büyük reformcusu sayılan İkinci Mahmud'u tahta geçiren Alemdar Mustafa Paşa, bîr cariye yüzünden gaflete dalmış ancak 16 Kasım 1808 gecesi kendisiyle birlikte cellatlarını da mezara götürmüştü.
  
Yüksel ÇELİK

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Kopmuşuz bizler o öz varlık olan manzaradan
Bahseder gerçi duyanlar o onulmaz yaradan.
Derler ki: İnsanda derin bir yaradır köksüzlük
Budur âlemde hudutsuz ve hazin öksüzlük. (Y. Kemal Beyatlı)