29 Ocak 2014 Çarşamba

BATI TRAKYA TÜRKLERİ HUKUKİ STATÜ

Halkların Mübadelesi Sözleşmesi

Türkiye ile Batılı devletler arasındaki savaşı sona erdirmek amacıyla toplanan Lozan Konferansı sırasında, 30 Ocak 1923 tarihinde, TBBM Hükümeti ile Yunanistan hükümeti arasında “Halkların Mübadelesi Sözleşmesi” imzalanmıştır. Bu sözleşme, Türkiye ile Yunanistan arasında, 1 Mayıs 1923 tarihi itibariyle mecburi nüfus mübadelesini öngörmektedir. Buna göre Türkiye’de yaşayan Rumlarla, Yunanistan’da yaşayan Türkler mübadele edilecek, ancak 1912 yılındaki yasa ile sınırlandığı şekliyle İstanbul Belediyesi (Şehremaneti) sınırları içinde, 30 Ekim 1918 tarihinden önce yerleşmiş bulunan Rumlarla, 1913 Bükreş Anlaşması’yla sınırları çizilen Batı Trakya’nın batı sınırının doğusunda yaşayan tüm Müslümanlar mübadele dışında tutulacaktır. Burada Batı sınırının özellikle belirtilmesi, Batı Trakya’nın Bükreş Anlaşması öncesindeki sınırlarının daha geniş bir alanı kapsamasından kaynaklanmaktadır. Nitekim 1913’de kurulan Batı Trakya Hükümet-i Müstakilesi’nin sınırları daha geniş olup, Kavala şehrini de içine alacak şekilde batıda Struma Nehri’ne kadar uzanmaktadır.

Mübadele Sözleşmesi’ni uygulamak üzere, Türk ve Yunan temsilcilerinin de dahil olduğu milletlerarası karma bir komisyon kurulmuş ve Ekim 1923’ten itibaren çalışmalara başlamıştır. Mübadele kapsamında Türkiye’den Yunanistan’a 1 milyon 200 bin, Yunanistan’dan Türkiye’ye de 500 bin kişi göç etmiştir. Ancak sözleşmenin komisyon tarafından uygulanmaya başlanması ve mübadele işlerinin ele alınması ile birlikte “etabli” (yerleşik) ifadesinin kapsamı konusunda Türk ve Yunan temsilcileri arasında, deyimin yorumlanması açısından görüş ayrılığı çıkmıştır. Türkiye’ye göre, “etabli” Türk kanunlarına göre tespit edilecektir. İstanbul’da mümkün olduğu kadar fazla sayıda Rum bırakmak isteyen Yunanistan ise, her ne suretle olursa olsun, 30 Ekim 1918’den önce İstanbul’da bulunan her Rum’un “etabli” sayılması gerekeceğini ileri sürmüştür. Bu görüş ayrılığından doğan anlaşmazlık, Milletler Cemiyeti’ne havale edilmiş ve meselenin hukuki niteliği dolayısıyla Milletlerarası Daimi Adalet Divanı’ndan “istişari mütalaa” istenmiştir. Divan’ın Şubat 1925’te yaptığı yorum da anlaşmazlığı çözmeye yetmemiştir. 1 Aralık 1926’da ve 10 Haziran 1930’da Türkiye ile Yunanistan arasında imzalanan iki anlaşma bu sorunu çözmüş ve sonuçta yerleşim ve doğum tarihleri ne olursa olsun İstanbul Rumları ile Batı Trakya Müslümanlarının tamamına “etabli” denmiştir.

Lozan Anlaşması tek yanlı olmayıp “karşılıklılık” ilkesi üzerine kurulmuştur. Diğer anlaşmalardan farklı olarak, sadece Müslüman azınlıkların durumu ile ilgili olan bu anlaşma Yunanistan’ın tanıdığı tek anlaşma olmasına rağmen yine Yunanistan tarafından sık sık ihlal edilmektedir. Yunanistan, Türkiye sınırına yakın bir bölgede önemli sayıda bir Türk toplumunun varlığından rahatsızlık duyduğundan, anlaşmalara aykırı olarak, Batı Trakya’ya Rum göçmen yerleştirmek suretiyle bölgeyi Helenleştirmeye çalışmaktadır.

Lozan Barış Anlaşması (24 Temmuz 1923)
Lozan Barış Anlaşması’nın “Siyasi Hükümler” adını taşıyan 1. kısmının 3. bölümü’nde “Azınlıkların Korunması” adı altında Türkiye’de yaşayan Müslüman olmayan azınlıkların statüsünü belirleyen birtakım hükümler yer almaktadır. Aynı bölümün son maddesinde (45. Madde) ise şu hüküm yer almaktadır: “Türkiye’nin Müslüman olmayan azınlıklarına tanınmış olan haklar, Yunanistan tarafından da kendi ülkesinde bulunan Müslüman azınlığa tanınmıştır.”

Özetle ifade etmek gerekirse, Yunanistan, Lozan Anlaşması’nın ilgili bölümünün 37–45. maddeleri ile Batı Trakya’da yaşayan Türk azınlığın vatandaşlık, dil, ırk ve din ayrımı yapılmaksızın yaşam ve özgürlüklerinin korunmasını, ibadet serbestliğini, dolaşım ve göç etme özgürlüğünü, yasalar önünde eşitliğini, çoğunluğun yararlandığı siyasi ve sosyal haklardan yararlanmasını, özel hayatta, ticarette, dinde, basın-yayında, kamu organları ile ilişkiler ve mahkemelerde Türkçe’nin serbestçe kullanılmasını, Müslümanların yardım, din ve sosyal amaçlı kurumlar ve okullar kurma ve yönetme hakkını, her iki dilde de eğitim veren ilkokullar kurmayı ve dinî kurum ve vakıflar için tam himaye sağlamayı kabul etmiş bulunmaktadır.

Ayrıca Lozan’da Müttefik Devletler (İngiltere, Fransa, İtalya ve Japonya) ile Yunanistan arasında imzalanan 16 Numaralı Protokol ile daha önce 10 Ağustos 1920 tarihli Yunan Sevr’i ile azınlıkların himayesine dair anlaşma teyit edilmiş ve yürürlüğe girmesi sağlanmıştır. Buna göre; Batı Trakya’da azınlık statüsünde yaşayan Müslümanlar, hak ve hukuk arama mücadelelerini Birleşmiş Milletler bünyesinde sürdürebileceklerdir.

Yunan Sevr'i (10 Ağustos 1920)

Batı Trakya, 1913 yılından I. Dünya Savaşı’nın sonuna kadar Bulgaristan’ın egemenliği altında kalmıştır. I. Dünya Savaşı sonunda San Remo Anlaşması’nın imzalanmasından sonra Yunanistan, müttefiklerinin de yardımıyla Batı Trakya’yı işgal etmiştir.

Misak-ı Milli, Batı Trakya’nın hukuki statüsünün belirlenmesi için plebisit (halk oylaması) yapılmasını öngörmüştür. Ancak, Paris Barış Konferansı’nda Batı Trakya’nın Yunanistan’a bırakılması görüşülmüştür. İlk önce, Kasım 1919’da Neuilly Anlaşması ile Bulgaristan’dan alınarak Fransız himayesine bırakılan Batı Trakya, Mayıs 1920’de Yunanistan’a verilmiştir. Ve nihayet 10 Ağustos 1920’de imzalanan Sevr Anlaşması ile tamamen Yunanistan’a bırakılmıştır.

İngiltere, Fransa, İtalya ve Japonya ile Yunanistan arasında imzalanan bu anlaşma Yunan Sevr’i olarak bilinmekte ve “Yunanistan’daki Azınlıkların Korunmasına İlişkin Anlaşma” adını taşımaktadır.

Başlangıç bölümünde, 1913 yılının başından beri Yunan Krallığı’nın topraklarını büyük ölçüde genişlettiğini vurgulayan Yunan Sevr’i, bu ülkede yaşayanlara hiçbir ayrım gözetmeden hak eşitliği sağlanmasını ve bu hakların “krallığa eklenebilecek topraklarda da” geçerli olmasını öngörmektedir. Anlaşmanın azınlıklar ile ilgili maddeleri şöyledir:

1, 2 ve 8. maddeler dahil, bu maddeler arasındaki hükümler temel yasa niteliğindedir. (Madde 1)Ülkedeki bütün insanlar; din, dil, soy, yurttaşlık farkı gözetilmeksizin yaşama hakkına sahiptirler ve herkes dinî ibadetlerini serbestçe yerine getirebilir. (Madde 2)
Yunan uyruğundaki bütün insanlar, yasa karşısında eşit olup aynı siyasi ve kişisel haklardan yararlanırlar. Uyruklar arasındaki din farkı, memur olma, işe girme gibi durumlarda etkili olamayacağı gibi bu insanlar özel işlerinde ve yayınlarında istedikleri dili de kullanabileceklerdir. (Madde 7)
Azınlıklar, harcamaları kendilerine ait olmak üzere dinsel, toplumsal kurumlarla okullar kurma ve denetleme hakkına sahip olup burada kendi dillerini kullanabilirler. (Madde 8)
Azınlıkların düzenli olarak bulundukları bölgelerdeki resmi okullarda, azınlığın dilinde eğitim yapılacak ve azınlıkların toplu olarak bulundukları yerlerde devlet ve belediye gibi kamu bütçelerinden bunlara bir miktar ayrılacaktır. Bu hüküm, 1 Ocak 1913’ten sonra Yunanistan’a katılan topraklarda geçerli olacaktır. (Madde 9)
Müslümanlar, kişisel durum ve aile hukuku ile ilgili sorunlarını İslam gelenekleri çerçevesinde çözebileceklerdir. Ayrıca cami, mezarlık gibi İslami kuruluşlar güvenceye alınmıştır. Azınlığa ait vakıflar ile diğer dinî ve insani kuruluşlar da tanınmaktadır. (Madde 10)
Yunanistan ile anlaşmaya katılan diğer devletler arasında veya Milletler Cemiyeti Konseyi’ne üye olan herhangi bir devlet arasında bu hükümler konusunda bir anlaşmazlık çıkarsa bu ülkeler, istedikleri zaman Yunanistan’ı Milletlerarası Daimi Adalet Divanı’na götürebileceklerdir ve bu konuda Divan’ın kararı kesin olacaktır. (Madde 16)

Bu anlaşma ile Yunanistan, ülkesindeki azınlıkların ve dolayısıyla Müslüman Türk azınlığın haklarını korumayı kabul etmektedir.

1913 Atina Anlaşması ve 3 Numaralı Protokol

14 Kasım 1913’te Osmanlı Devleti ile Yunanistan arasında imzalanan Atina Anlaşması, Batı Trakya’da yaşayan Müslüman Türk azınlık açısından Yunanistan’a en fazla sorumluluk getiren anlaşmadır. Bu anlaşmanın 2. maddesine göre 1830 Londra Protokolü ile 1881 tarihli İstanbul Sözleşmesi’nin hükümleri yürürlükte kalmaya devam edecektir.

Anlaşmanın 11. maddesi, Batı Trakya’daki Müslüman Türk azınlık açısından oldukça önemlidir. Buna göre Yunanistan’a bırakılan topraklarda kalanların yaşam, mal, din ve gelenekleri güvence altına alınacak ve bu insanlar Yunan kökenli vatandaşlarla aynı haklara sahip olacaktır. Ayrıca, dinlerinin gereklerini de açık bir şekilde yerine getirebileceklerdir. Halife sıfatıyla Padişahın ismi de hutbelerde okunmaya devam edecektir. Müslüman toplumların yönetimi konusunda ise anlaşmada şu hükümler yer almaktadır:

Halihazırda mevcut olan veya sonradan oluşacak olan Müslüman toplumların muhtariyetine ve hiyerarşik yapısına dokunulmayacaktır.

Sahip oldukları gayrimenkul ve fonlara el konulmayacaktır.

Müslümanların dinî liderleri ile aralarındaki ilişkilere müdahale edilmeyecek; bu dinî liderler, İstanbul’daki Şeyhülislamlık makamına bağlı olmaya devam edeceklerdir.

Müftüler, Müslüman halk tarafından seçilecektir.

Baş müftü, Yunanistan’daki bütün müftülerin seçecekleri üç aday arasından Yunan Kralı tarafından atanacaktır. Bu atamayla birlikte Osmanlı padişahı, kendisine bir belge göndererek görevlerini yerine getirmesini sağlayacaktır.

3 Numaralı Protokol

1913 Atina Anlaşması’na üç protokol eklenmiştir. Anlaşmanın 2. maddesiyle “bütün Yunanistan topraklarında” geçerli kılınan 3 Numaralı Protokol, Müslüman cemaatlerin tüzel kişiliğinin tanınması açısından büyük önem taşımaktadır. Buna göre; baş müftü ve müftüler Yunan memurlarının sorumluluk ve yetkilerine, aynı zamanda baş müftü de müftüleri mali ve dini açıdan denetleme yetkisine sahip olmaktadır. Ayrıca Müslümanlara ait özel okullar ve bunların gelirleri de Yunan yönetimi tarafından tanınmaktadır. Bu okullarda eğitimin, resmi programa uymak ve Yunanca öğretimi zorunlu olmak şartıyla Türkçe yapılması öngörülmektedir.

Yunanistan, 1981 yılında 3 Numaralı Protokol’ün Lozan Anlaşması ile kaldırıldığını iddia etmiştir. Ancak, bundan sonra Yunanistan, üzerinde Müslümanların yaşadığı başka bir toprak parçasına daha sahip çıkacak olursa, bu Protokol, o toprak parçası üzerinde de geçerli olacaktır. Çünkü 3 Numaralı Protokol’e göre anlaşma, yalnızca “Yunanistan’a bırakılan topraklar için” değil, “Yunanistan’ın bütün toprakları için” geçerli kılınmıştır.

Balkan Savaşları Sonunda Batı Trakya

1878 Berlin Anlaşması’ndan Balkan Savaşları’nın sonuna kadar Batı Trakya Osmanlı yönetiminde kalmaya devam etmiştir. II. Meşrutiyet’in ilanı nedeniyle meydana gelen karışıklıkları fırsat bilen Avusturya, Bosna-Hersek’i işgal etmiş, ardından Bulgaristan da bağımsızlığını ilan etmekte gecikmemiştir. Balkan Devletleri de bir araya gelerek 17 Ekim 1912’de Osmanlı Devleti’ne savaş açmışlardır. I. Balkan Savaşı sonunda imzalanan 30 Mayıs 1913 tarihli Londra Barış Anlaşması ile Osmanlı Devleti, Midye-Enez hattının batısında kalan Trakya ve bütün Rumeli’yi Bulgaristan’a bırakmak zorunda kalmıştır.

Rumeli’nin paylaşımı konusunda anlaşmaya varamayan Balkan Devletleri, birleşerek Bulgaristan’a savaş açmışlardır. Osmanlı Devleti bu fırsatı değerlendirerek Edirne’yi geri almayı başarmıştır (25 Temmuz 1913). II. Balkan Savaşı’nın sonunda Bulgaristan ile diğer Balkan Devletleri (Romanya, Yunanistan, Sırbistan) arasında Bükreş Anlaşması, ardından Osmanlı Devleti ile diğer Balkan Devletleri arasında ikili anlaşmalar imzalanmıştır.

10 Ağustos 1913’te imzalanan Bükreş Anlaşması ile Bulgaristan, Doğu Trakya da dahil olmak üzere I. Balkan Savaşı ile kazanmış olduğu toprakların tamamına yakınını kaybetmiştir. Bunun üzerine Bulgarların, Batı Trakya’da yaşayan Türklere yönelik baskıları artmıştır. Baskılara karşı mücadele veren Batı Trakya’da bulunan yerel kuvvetler Gümülcine ve İskeçe’yi geri almış ancak hareketleri İstanbul hükümeti tarafından desteklenmemiştir. İstanbul’la bağların kopmasının ardından, 31 Ağustos 1913’te Hoca Salih Efendi’nin başkanlığında Gümülcine’de önce Garbî Trakya Hükümet-i Muvakkatesi, daha sonra da Garbî Trakya Hükümet-i Müstakilesi kurulmuştur. Ancak daha bu hükümet çalışmalarına devam ederken, İstanbul hükümeti ile Bulgaristan arasında 29 Eylül 1913’te imzalanan İstanbul Anlaşması ile Osmanlı-Bulgar sınırı, Batı Trakya’yı Bulgaristan’a bırakacak şekilde çizilmiş ve Batı Trakya hükümeti üyeleriyle görevlilerinin en geç 25 Ekim 1913’e kadar Batı Trakya’yı boşaltmaları öngörülmüş; böylece Bulgaristan, Batı Trakya’ya yerleşmiştir.

1877-1878 Osmanlı-Rus Savaşı

1877–1878 Osmanlı-Rus Savaşı, Ayastefanos ve Berlin Anlaşmaları’nda Batı Trakya 

Batı Trakya, uluslararası gündeme ilk defa 93 Harbi diye bilinen 1877–1878 Osmanlı-Rus Savaşı sonunda, 31 Ocak 1878’de imzalanan Ayastefanos Anlaşması ile gelmiştir. Anlaşmanın 6, 7 ve 8. maddeleri doğrudan Batı Trakya ile ilgilidir. Bu anlaşma ile Batı Trakya’yı da içine alan büyük bir Bulgaristan Prensliği oluşturulmuştur. 6. maddeye göre Bulgaristan sınırları; doğuda Midye ve Lüleburgaz’ın yanından geçerek İskeçe’yi, batıda ise Debre ve Ohri Gölü’nü içine almaktadır.

Osmanlı-Rus Savaşı sırasında Bulgar ve Rus zulmünden kaçan 600 bin Türk doğuya göç etmek zorunda kalmıştır. Bunların 100 bini Anadolu’ya, 150 bini İstanbul’a ve 150 bini de Rodoplar ve Batı Trakya’ya yerleşmiştir. Anlaşmanın imzalanmasından kısa bir süre sonra (12 Nisan 1878) Rodoplarda ayaklanma çıkmıştır. Ayaklanmaya öncülük eden liderler Osmanlı Devleti’ne başvurarak Bulgar ve Ruslardan zulüm gördüklerini ve mallarının yağma edildiğini dile getirmişlerdir. Ancak Osmanlı Devleti’nin kendilerine yardım edemeyecek durumda olduğunu görerek, 16 Mayıs 1878’de “Hükümet-i Muvakkate” mührünü taşıyan bir dilekçe hazırlayarak birer nüshalarını, 1856 Paris Anlaşması’nı imzalamış olan İngiltere, Fransa, Rusya, Avusturya ve Prusya’nın İstanbul’daki büyük elçilerine göndermişlerdir. Böylece Batı Trakya’da ilk “geçici Türk hükümeti” kurulmuştur.

Rusya’ya güçlü bir pozisyon kazandıran Ayastefanos Anlaşması’na hem Avrupa devletleri hem de Batı Trakya Türkleri tepki göstermiş ve bu tepkiler sonucunda anlaşma yeniden gözden geçirilmek zorunda kalınmıştır. Bu gerekçe ile toplanan Berlin Kongresi sonunda, 13 Temmuz 1878’de imzalanan Berlin Anlaşması ile Osmanlı Devleti, Batı Trakya topraklarını geri almıştır.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Kopmuşuz bizler o öz varlık olan manzaradan
Bahseder gerçi duyanlar o onulmaz yaradan.
Derler ki: İnsanda derin bir yaradır köksüzlük
Budur âlemde hudutsuz ve hazin öksüzlük. (Y. Kemal Beyatlı)