I - BALKAN HARBİ-DOĞU VE BATI ORDULARININ MUHAREBELERİ
Osmanlı İmparatorluğu Balkan Harbinde, kendi bünyesinden çıkmış olan dört devlet Bulgaristan, Yunanistan, Sırbistan ve Karadağ ile çarpıştı. Harp sonunda ise yaklaşık beş asır egemenliği altında bulundurduğu Balkan topraklarının tamamını kaybetti.
Harbin patlamasına sebeb olarak pek çok husus belirtilebilir. Ancak en önemlileri şöyle sıralanabilir:
Rusya, 1905 RUS-JAPON Harbinde Japonlara yenilince yayılma ve ilgi sahasını Uzak Doğudan tekrar Balkanlara ve Osmanlı imparatorluğu toprakları üzerine kaydırdı. Çar Deli Petro ile başlayan "açık denizlere çıkma" siyaseti gereği olarak Balkanlarda genişleme, Karadeniz kıyılarına hakim olma ve Boğazları ele geçirme yolunu tuttu. Hedeflerine ulaşabilmek için de Balkanlardaki Slav ırkının koruyuculuğunu sürdürdü. Bulgar ve Sırp devletlerinin genişlemesi için destek sağladı. Hatta 1885'de harbetmiş olan Bulgar-Sırp devletlerinin Osmanlı devleti aleyhine anlaşmalarını gerçekleştirdi ve böylece Osmanlı devletine karşı kurulan Balkan ittifakının temelini attı. 13 Mart 1912'de yapılan Bulgar-Sırp andlaşmasına göre her iki devlet Osmanlı Devletinden alacakları topraklar konusunda anlaşıyorlar ve bu konuda aralarında çıkan anlaşmazlıkların çözümünde Rusya'nın hakemliğini kabul ediyorlardı.
Balkanlarda, Ruslar ve genişlemek sevdasında olan Osmanlı İmparatorluğundan doğan diğer devletler Osmanlı Devletine ve birbirlerine karşı mücadelelerini sürdürürken, Osmanlı yönetimi kendisine karşı olanlara karşı tedbir almadı ve bu devletlerin aralarındaki sürtüşmeleri artıracak herhangi bir girişimde bulunmadı. Balkanlardaki gelişmelerin İmparatorluğun temelini sarsacak olaylar olduğunu değerlendiremedi. Buna o dönemde cereyan eden olayların etkisi olduğu da söylenebilir. Bu olayları madde başlıkları ile belirtmek faydalı olacaktır.
- 23 Temmuz 1908 2 nci Meşrutiyet ilanı, İttihat ve Terakki cemiyetinin siyasi hayata ağırlığını koyması, siyasi çekişmelerin sonucu iç siyasi buhran doğması, kısa aralıklarla sık sık hükümet değişikliği, siyasi kavgalardan ordunun kendini sıyıramaması ve ordunun siyasetin içine girmesi.
- 5 Ekim 1908 Avusturya'nın Bosna-Hersek'i ilhakı.
- 13 Nisan 1909 31 MART vak'ası, Hareket Ordusunun İstanbul'a yürümesi.
- 14 Nisan 1909 Ermenilerin Adana isyanı.
- 27 Nisan 1909 Abdülhamit'in tahttan indirilmesi ve Sultan Reşat'ın padişah olması.
- 1909-1911 Arnavutluk ayaklanması.
- 1910 Havran'da Dürzi ayaklanması.
- 1911 Yemen ayaklanması (İmam Yayha).
- 1911 Traplusgarp harbi, Balkan devletlerinin bekledikleri fırsatın doğması.
Osmanlı yönetimi belirtilen bu olaylar ile uğraşırken Balkan devletlerinin ekmeğine yağ süren -bugünkü değerlendirmelerimize göre- tarihi bir hata yaptı. 3 Temmuz 1910'da Kiliseler Kanunu çıkardı. Bununla "ihtilaflı kilise, mektep ve mukaddes yerlerde hangi unsurun nüfusu çok ise ona aittir" esasını kabul etti. Oysa Fatih İstanbul'u fethettikten sonra İstanbul'daki Rum patriğini Avrupa Türkiye'sindeki bütün reayanın hem ruhani ve hem de cismani reisi olarak atamıştı. Rum kiliseleri diğer kiliselere göre elde ettikleri bu üstünlüğü kendi kültürlerini yayma, kendilerinden olmayanları ezme, eziyet etme şeklinde kullandılar. Böylece ortaya çıkan sürtüşme ile kiliseler ve dolayısıyla bunlara bağlı olan gruplar yıllarca birbirleriyle mücadele etti ve birbirlerini devamlı hasım olarak gördüler. İşte Kiliseler Kanunu bu düşmanlığı sona erdirdi, o zamana kadar birbirleriyle mücadele edenlerin birleşerek Osmanlı Devletine karşı mücadele etmelerine sebeb oldu. Böylece Balkan ittifakının gerçekleşmesi için en büyük problem ortadan kalkıyordu. Hepsi de genişlemek sevdasında olan Balkan devletlerinin tek problemleri kalmıştı. Topraklarına katmak istedikleri bölgelerin birbirleriyle çatışması. Bulgaristan; Büyük Bulgaristan'ı kurmak, Makedonya ve Kuzey Ege kıyılarını ele geçirmek; Sırbistan, 14 ncü yüzyıldaki Sırbistan Krallığını ihya etmek ve Makedonya'ya sahip olmak istiyordu. Yunanistan Megola Idea'yı gerçekleştirmek, Karadağ ise İşkodra bölgesinde topraklarını genişletmek gayesini güdüyordu. Haliyle bu paylaşmanın kesin çözümü harp sonuna bırakılacaktı.
Yukarıda açıklanan Bulgar - Sırp Antlaşmasını 29 Mayıs 1912'de Bulgar -Yunan Antlaşması takip etti. Ağustos 1912'de Karadağ Bulgarlar ile sözlü bir anlaşma yaptı. Artık Balkan ittifakı tamamlanmıştı. Şimdi sıra yıllardır yapılan askeri ve siyasi hazırlıkları uygulama alanına koymaya gelmişti.
Bu dönemde Osmanlı Devletinin ekonomik durumu çok bozuktu. Sürekli savaşların masraflarına ek olarak Arnavutluk, Suriye ve Yemen isyanları devletin maddi gücünü tüketmişti. İç ve dış borçlar ile bunların faizleri, altından kalkılamayacak duruma gelmiş ve dolayısıyla ordunun araç, gereç ve silâh ihtiyaçları temin edilememişti. Ordunun muharebe eğitimi çok yetersiz, birlik mevcutları % 35 gibi çok düşük seviyede, ulaştırma imkânı kısıtlı, ikmal teşkilatı işlemez durumda, harp stoklan yetersiz ve hareket kabiliyetinden yoksun durumda idi. En önemlisinde ordu içinde birlik beraberlik, disiplin ve askerlik anlayışı yok idi.
Siyasi çekişmeler orduyu da çeşitli gruplara bölmüştü. Subaylar arasında doğan husumet vatan savunması için omuz omuza çarpışabilmeyi bile engelliyecek durumdaydı. Bunlar yetmiyormuş gibi, Balkanlardaki gerginliğin artması üzerine büyük devletlerin "Balkanlarda bir harp çıksa dahi Balkanlardaki statükonun değiştirilmiyeceği" yolundaki beyanatlarına aldanarak, 70.000 yetişmiş er, harbe girmesi her an muhtemel olan iki ordudan terhis edildi.
Osmanlı Devletinin Trakya'da Doğu Ordusu (1 nci Ordu), Makedonya'da ise Batı Ordusu (2 nci Ordu) bulunuyordu. Bu iki ordunun harekâtı için toplam 12 adet plan hazırlandı. Bu planlara göre Doğu Ordusu 478.848 kişi ile harbe katılması gerekirken-yukanda sayılan aksaklıklar nedeniyle-115.000 kişi ile; Batı Ordusu 334.815 kişi yerine 175.000 kişi ile harbe katılmak zorunda kaldı. Hazırlanan planların ve seferberliğin uygun yürütülememesinden dolayı da her iki ordu toplam 290.000 askeriyle, Balkanlıların 480.000 kişilik ordularına karşı savaşmak zorunda bırakıldı. Ayrıca mevcut erlerin de 1/8'i tüfeksiz idi.
Balkanlı devletlerin harekât planlan ve kuvvetleri ise şöyleydi: Bulgarların 3 ordu halinde 288 taburları bu harp için hazırlanmıştı. 1 nci ve 3 ncü Orduları ile Yıldız (Istranca) Dağlarını aşarak Kırklareli-İstanbul istikametinde taarruz etmeyi, 2 nci Ordu ile Tunca ve Arda nehirleri arasından taarruz ile Edirne'yi ele geçirmeyi planladılar. Bu hedeflerine 8 ayda ulaşacaklarını değerlendiren Bulgarlar harekâtın açıklanmasında görüleceği gibi 58 günde ulaştılar.
Sırplar, 6 tümenlik 1 nci Orduları ile Vranya üzerinden Vardar havzasına; bir Sırp, bir Bulgar tümeninden ibaret 2 nci Ordusu ile Köstendil'den Vardar havzasının doğusuna; 4 tümenlik 3 ncü Ordu ile bir koldan Şar Dağlarına, diğer koldan ise Üsküp üzerine taarruz etmeyi planladılar.
Yunanlılar, 7 tümen ve 1 süvari tugayından ibaret üç kolorduluk kuvvetleriyle Teselya üzerinden Selanik'e, bu kuvvetlerinden bir tümen ile Manastır'a doğru taarruz etmeyi öngördüler.
Karadağlılar ise 3 tümen ile İşkodra'ya, 1 tümen ile de 3 ncü Sırp Ordusu ile beraber taarruz etmeyi planladılar.
Balkanlı devletlerin seferberliklerini ilan etmesi, hudutlarda askeri yığınak yapması ve hudut olaylarının artması üzerine Osmanlı Devleti 1 Ekim 1912'de seferberlik ilan etti. 8 Ekim 1912'de Karadağ Osmanlı Devletine harp ilan ederek İşkodra üzerine taarruza başladı. Seferberlik hazırlıklarının 15 günde tamamlanabileceği düşüncesiyle Türk Başkomutanlığı 17 Ekim 1912'de çarpışmalara fiilen başlanabileceğini düşünerek 16 Ekim'de Bulgaristan ve Sırbistan'a; 18 Ekim'de de Yunanistan'a harp ilan etti.
Şark (Doğu) Ordusunun Muharebeleri
Bulgar Kuvvetleri i nci, 2 nci ve 3 ncü Ordularıyle 18 Ekim 1912'de taarruza geçti. 21 Ekim 1912 günü 2 nci Ordu ileri kısımlarıyla Arda ve Tunca nehirleri arasından Edirne'nin 16-20 km. batısı ile Edirne kuzeyi bölgesine kadar ilerledi.
1 nci ve 3 ncü Orduları, Tunca nehrinin doğusundan Edirne-Kırklareli hattının 15 km. kuzeyine kadar yaklaştılar.
İstanbul'da bulunan Mürettep 18 nci Kolorduya Kırklareli bölgesine, Tekirdağ'daki 17 nci Kolorduya Saray güneyine yanaşması için emir verildi.
Bulgar Ordusunun dağınık durumu ve kuvveti, doğu yanına bir taarruz fırsatını veriyordu. Ancak, Türk Doğu Ordusunun birlikleri de dağınıktı. Bunların toplanmalarının beklenmesi için zamana ihtiyaç vardı. 17/18 Ekim 1912'de Doğu Ordusu karargâhı İstanbul'dan Lüleburgaz'a gelmişti.
Doğu Ordusu, sıklet merkezi ile Kırklareli istikametinde taarruz eden Bulgar Ordusuna karşı, Kırklareli-Edirne-Yenice hattında savunma kararını verdi.
Başkomutan Vekili Nâzım Paşa'nın sürekli işe karışması ve baskısı sonucu, yaklaşık olarak iki misli üstün bulunan üç ordudan oluşan Bulgar kuvvetlerine karşı, taarruza karar verildi. O sırada Kırklareli-Edirne çevresinde 1 nci, 2 nci, 3 ncü, 4 ncü Kolordular, Edirne'deki birliklerden teşkil edilen Mürettep Kolordu ve Süvari Tümeni vardı. 21 Ekimde, sıklet merkezi Kırklareli-Yanbolu genel istikametinde olmak üzere ileri harekâta geçildi.
22 Ekim 1912 saat 14.00'te, her iki ordu, âdeta tesadüf muharebesi tarzında Süloğlu ve Yoğuntaş bölgelerinde savaşmaya başladılar. Şiddetli muharebeler 23 Ekim günü öğleye kadar devam etti.
Bulgar Ordusu geri çekilmek için hazırlanırken, Türk Ordusu Kırklareli-Edirne-Yenice hattına çekilme kararını verdi. Ancak geri çekilen birlikleri bu hatta durdurmak mümkün olamayınca 24 Ekim akşamı, Pınarhisar-Lüleburgaz hattına çekilmek zorunluğunda kalındı ve böylece Kırklareli Bulgarların işgaline terkedildi. Bu arada Türk ordusunun seferberliği hâlâ tamamlanamamış, seferber edilen erlerin % 25'i henüz birliklerine katılmamıştı. Zamansız terhis dolayısıyla ordunun yeterli eğitim görmüş personeli azalmış;bu yetmiyormuş gibi, birliklerin toplanmaları ve hazırlıkları tamamlanamadan taarruza geçilmiş ve düşman karşısında parça parça ezilmişti. Bu hal, savaş azminin sarsılmasına ve moralin yıkılmasına sebep oldu. Birliklerde disiplin kalmadı ve subaylar, birliklerine hâkim olamadılar. Kaçar gibi geriye çekilen birlikler Pınarhisar-Lüleburgaz hattında zor durduruldu. Bu seferde komutanlar hangi hatta savunma yapılacağına karar veremediler. Bu hatta mı yoksa daha doğuda mı savunalım tartışması sürerken ve birlikler yeterli savunma tertiplerini alamadan 28 Ekim 1912'de bu hatta Bulgar taarruzları başladı.
Dört gün süren Pınarhisar-Lüleburgaz kesimindeki muharebede de ordu bozgun halinde geriye kaçınca, Ordunun Çatalca'ya çekilmesi kararlaştırıldı. Çekilmeyi himaye ve gerekli zamanı kazanmak maksadıyla Çorlu'da bir müfreze ve onun kuzeyinde de Süvari Tümeni bırakıldı. Bulgar Ordusunun takip harekatına geçmemesinden faydalanan Doğu Ordusu, Çatalca mevziinde tertiplendi; Çatalca Ordusu adı ile ve altı kolordu halinde teşkilâtlandırıldı. Bolayır mevzii Çanakkale Boğaz Komutanlığınca savunuldu. Bulgar Ordusu, Çorlu Müfrezesi ile Süvari Tümeninin yaptığı oyalama muharebeleri dışında hiç bir direnmeyle karşılaşmadan, Çatalca mevzilerine kadar ilerlemişti.
Halbuki Bulgar Ordusu, başlangıçta Kırklareli-Edirne hattında büyük savaşların olacağını, Çorlu bölgesinde çetin muharebelerin cereyan edeceğini sanmış; kuvvetlerini ağır davranarak ileri sürmüştü. 13 Kasım 1912'de Çatalca mevzii önüne ulaşan Bulgarlar, 17 Kasımda taarruza geçtiler ise de başarı sağlayamadılar; durmak zorunda kaldılar.
2 nci Bulgar Ordusunun 22-24 Ekimde Edirne'yi bir baskın ile ele geçirme girişimi başarısızlığa uğradı. Doğu Ordusu, Lüleburgaz ve daha sonra Çatalca savaşlarını yaparken, Edirne, savunmaya devam ediyordu. 16 Kasımda ablukayı tamamlayan Bulgar ve Sırp orduları, ayrı ayrı tahkimat yaparak, 21 Kasımdan itibaren Edirneyi top ateşine tuttular.
Batı Trakya'da bulunan Kırcaali Müfrezesinin, taarruz ederek düşman yan ve gerilerine etkili olacağı beklenirken, Bulgar Rodop Grubunun taarruzu karşısında hemen dağılmış ve hiç bir varlık gösteremeden, yerli halk ile birlikte, Gümülcine'ye doğru panik halinde çekilmişti. Böylece, Batı Trakya, Bulgarların eline geçmiş, Doğu ve Batı Orduları arasındaki irtibat, harbin başlangıcından henüz 11 gün geçmeden kesilmişti.
Garp (Batı) Ordusunun MuharebeleriBatı Ordusu büyük kısmı ile Koçana, Komanova, Üsküp, Manastır bölgesinde bulunmakta ve kuvvetlerinin hemen hemen yansını da tali cephelere bağlamış durumda idi.
Karadağ, 8 Ekim 1912'de, müttefiklerin taarruzunu beklemeden harp ilan etti ve büyük kuvvetleri ile İşkodra'ya ilerledi. Bir tümeni ile Berana-Akova istikametinde taarruz etti ve daha sonra Seniçe'den taarruz eden Sırp İbar Ordusu ile işbirliği yaparak Taşlıca'ya taarruz etti. Taşlıca Müfrezesi Komutanı, savaşmadan Avusturya'ya sığındı.
Karadağ bir Tümeni ile de Gosne-İpek bölgesine taarruz etti. Sonra Sırp İbar Ordusunun bir Tümeni ile işbirliği yaparak Yakova üzerinden İşkodra'ya geldi. İşkodra kuşatmasına katıldı.
İşkodra kuşatmasında % 60 kayıp veren Karadağ Ordusu, savaşın sonunda emeline ulaşamamış; verdiği ağır kayıplar yüzünden komşulan karşısında çok zayıf kalmıştı. Uzun süre başarılı bir şekilde savunan İşkodra'daki birlikler, açlık ve cephanesizlik yüzünden Karadağlılarla anlaşmak zorunda kaldılar. 22 Nisan 1913'te, silahlarını beraberinde götürmek şartıyle kaleyi boşaltarak Draç bölgesine çekildiler.
İvranya ve Kurşunlu bölgelerinde bulunan 1 nci ve 3 ncü Sırp Orduları, karşılarındaki zayıf örtme birliklerini atarak Komanova mevzii cephesine, yan ve gerilerine taarruza başladı.
Bu arada 2 nci Sırp Ordusunun Köstendil'deki bir Tümeni Eğripalanga-Ohçapul, Dubnice'deki 7 nci Bulgar Tümeninin büyük kısmı Koçana-İştip genel istikametinde taarruza geçti.
Vardar bölgesinden iki Türk tümeni, Koçana ve Osmaniye'ye gönderilerek Bulgar taarruzları durduruldu.
Komanova kesiminde yapılan ilk günkü savaşta, Sırp kuvvetlerine ağır kayıplar verdirildi ve savunulan mevziler muhafaza edildi. 23/24 ekimde, yerli askerlerin disiplinsizlikleri yüzünden dağılmaları, orduya alman gayri müslimlerin moral bozucu propagandası sonucu savunma cephesinde meydana gelen gedikler, 24 Ekim 1912'de genel ihtiyatın müdahalesine rağmen kapatılamadı.
Komanova muharebesinin çok kısa bir çarpışma sonucu kazanıldığını ve Türk kuvvetlerinin çekildiğini gören Sırp Ordusu Başkomutanlığı, bu kesimde kuvvetli örtme birliğinin bulunduğunu ve asıl kuvvetlerle Vardar nehri batısında karşılaşılacağını zannetmişti.
Batı Ordusu, Üsküp-Köprülü hattında yapılan çetin savaşlardan sonra Pirlepe ve kuzeyi bölgesine çekilmeye ve Vardar nehri batısındaki sırtların geçitlerinden geçecek birliklere tarruz ederek, onları parça parça yok etmeye karar verdi. Buradan da Kırçova-Manastır hattına çekildi. 16-18 Kasım 1912'de Ma-nastır'daki üç günlük muharebeden sonra Güney Arnavutluk dağlarına çekildi. Bu ordunun muharebe gücü kalmamıştı. Arnavutluk dağlarından kıyı bölgesine çekildi.
Bir Bulgar Tümeni de, sıklet merkezi ile Koçana-İştip doğrultusunda taarruz ederken, tali kuvvetleriyle Cumaibalâ'daki örtme birliklerini atarak Cumai-balâ-Kresne-Demirhisar ve Nevrokop-Serez doğrultularında taarruzunu sürdürdü ve siyasî hedef olan Selanik'e yöneldi.
Yunan cephesine gelince, Tesalya bölgesinden taaruz eden Yunan Ordusunun büyük kısmı karşısındaki zayıf Mürettep 8 nci Kolordu birliklerini atarak ilerledi ve 1/2 Kasım 1912'de Yenice muharebesini kazandı; Alasonya-Karaferye istikametine ilerlemeye başladı. Buradan büyük kısmı ile Selanik'e yöneldi ve 9 Kasım 1912'de Selanik'i teslim aldı. Tali kuvvetleriyle Suroviç'e kadar ilerlediyse de Batı Ordusu ihtiyatlarından gönderilen iki tümenin karşı taarruzu sonucu geri atıldı ve böylece ana kuvvetlerin çekilme yollarının emniyeti sağlandı.
Epir bölgesinden taarruz eden Yunan birlikleri, Lorus'u ele geçirmeyi başardı; Yanya'yı kuşattı; Yanya, uzun süre direndi, 5 Mart 1913'te teslim oldu.
Yanya muharebesine kadar cereyan eden savaşlarda Batı Ordusu birliklerinden 54'ü şehit, 128'i yaralı olmak üzere 182 subay kaybı olmasına karşılık, 212 subay muharebe meydanından kaçmıştı.
Subaylarından çoğunun savaşmak istemediği bir ordunun Komanova, Üsküp veya Manastır muharebelerinde galip gelmesi elbette mümkün olamazdı. Buna rağmen, yalnız Batı cephesi muharebelerinde Balkanlı müttefik devletlere 65.000 kayıp verdirilmiştir.
Batı Ordusunun son kalıntıları 19 Haziran 1913'te Seman iskelesinden Gülcemal vapuru ile Rumeli'nden aynldı ve böylece Balkanlardaki beş asırlık Türk egemenliği sona ermiş oldu.
16 Aralık 1912'de başlayan Londra Barış Konferansında; Rumeli'nin Balkanlılara bırakılması, sınırın Doğu Trakya'da Midye-Enez hattından geçmesi, Ege denizi adalarının mukadderatının büyük devletlerce tayin edilmesi 22 Ocakta kabul edildi ve onaylandı.
23 Ocak 1913'te İttihat ve Terakki Partisi, hükümet darbesi yaptı; Kâmil Paşa kabinesi yerine Mahmut Şevket Paşa kabinesi iş başına geçti. Barış koşulları kabul edilmedi. Mütareke, Edirne'nin yiyecek ve cephanesi konusunda hiç bir hüküm getirmemiş; Bulgarların, Çatalca cephesine yardım imkânını sağlamıştı.
Bu yardım imkânından faydalanan Bulgarlar, 3 Şubat 1913'te, muharebeye tekrar başladılar; iki Sırp tümeni ile pekiştirilmiş bir ordu ile Edirne kalesine taarruza geçtiler. Bir ordu ile de Bolayır mevziine ilerlediler. Çatalca cephesinde savunmaya geçtiler.
Türk Başkomutanlığı, Çatalca'da savunmaya geçen Bulgar kuvvetlerini imha etmek ve Edirne istikametinde ilerlemek amacıyla 8 Şubat 1913'te, Bolayır'dan taarruza geçti ve Şarköy kıyılarına bir kolordu çıkarttı ise de başarı sağlayamadı.
Edirne Müstahkem Mevki Komutanı Şükrü Paşa, bir çıkış hareketi ile düşmana ağır kayıp verdirmesine rağmen, üstün kuvvetler karşısında, 26 Marta kadar dayanabildi. Bulgarların, 26 Mart 1913 çarşamba günü saat 05.30'da Ayvazbaba'dan şehre girmeleri sonucu Edirne düştü. Bunun üzerine, Mahmut Şevket Paşa kabinesi, 30 Mayıs 1913'te, Londra Konferansı kararlarını kabul etmek zorunda kaldı.
Londra antlaşmasına göre Rumeli'yi ellerine geçirmiş olan Balkan devletleri, bu topraklan paylaşamıyorlardı.
Bulgarlar, 29 Haziran 1913'te, eski müttefikleri olan Sırp ve Yunanlılara karşı, taarruza geçti ve bu suretle ikinci Balkan Savaşı başlamış oldu.
Sırpların ve Yunanlıların karşı taarruzu sonucu, Bulgar Ordusu mağlup oldu. Bulgar Dobricesi'nde öteden beri gözü olan Romanya, bu durumdan yararlanarak, 10 Temmuz 1913'te Bulgaristan'a savaş ilân etti. Önce Silistre'yi işgal etti; sonra, Sofya doğrultusunda ilerlemeye başladı.
Bulgarlar, bu muharebeler sırasında, Çatalca'daki kuvvetlerinden Önemli bir kısmını çekmek zorunda kalmışlardı.
Bu durumdan ve Bulgaristan'ın Midye-Enez sınır hattının tespiti işine yanaşmamasından faydalanan Osmanlı kabinesi, İngilizlerin protestosuna rağmen, 13 Temmuz 1913'te Çatalca ve Bolayır cephesinden taarruza geçti. 21 Temmuzda Kırklareli, 22 Temmuzda Edirne geri alındı.
İkinci Balkan Savaşında, her tarafta yenilgiye uğrayan Bulgaristan, barış önerisinde bulundu. 10 Ağustos 1913'te Bükreş Antlaşması ile, fiilî duruma hukukî şekil verildi ve bundan sonra 29 Eylül 1913'te İstanbul Antlaşması imzalandı.
Bu antlaşmaya göre Kırklareli, Edirne ve Dimetoka, Osmanlı devletinde kalıyor; Meriç nehri, Türk-Bulgar sınırını teşkil ediyordu.
Yunanlılarla 14 Kasım 1913'te Atina'da yapılan barış antlaşması ile Meriç Nehrinin batısı ve Girit adası Yunanlılara terk edildi; Anadolu kıyılarındaki adaların hangi devlete ait olacağı, büyük Avrupa devletlerinin kararına bırakıldı.
14 Mart I914'de, artık sınır ilişkimiz kalmayan Sırbistan ve Karadağlılarla antlaşma imzalandı.
* Kaynak:
- On Yıllık Harbin Kadrosu 1912 - 1922, İsmet GÖRGÜLÜ, 9-44 ss.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Kopmuşuz bizler o öz varlık olan manzaradan
Bahseder gerçi duyanlar o onulmaz yaradan.
Derler ki: İnsanda derin bir yaradır köksüzlük
Budur âlemde hudutsuz ve hazin öksüzlük. (Y. Kemal Beyatlı)