8 Ocak 2014 Çarşamba

Fransızlar Güney ve Güneydoğu Anadolu’yu Neden İşgal Ettiler? ( Dr. M.Galip Baysan )

Bu soruyu sormak bu güne kadar pek az akla gelmiş ve cevabı aranmamıştır. Oysa bu hareketin temelinde günümüzün Ermeni Soykırımı iddialarını destekleyen Fransa’nın vaktiyle Ermeniler için yapmayı çok istediği ancak başaramadığı veya başarma konusunda gösterdiği çekimserlik nedeniyle oluşmuş bazı düşünceler yatar. Bu konuya ilgi duyan ve Fransızlar bu konuda neden bu kadar agresif davranışlarda bulunuyor diye sordukları sorulara bir cevap arayanların bu inceleme yazımızı dikkatle okumalarını tavsiye ederiz.
 
Bilindiği gibi 1917-1918 yıllarında Osmanlı Orduları Filistin ve Suriye’den çekilirken karşısındaki ordu General Allenby’nin komuta ettiği İngiliz Ordusu idi ve bu ordunun desteğinde sınırlı sayıda Fransız askerleri vardı. Savaş sonunda paylaşılan Türk İmparatorluğu toprakları üzerinde İngiltere, Fransa, İtalya, Yunanistan, Ermeni, Yahudi, Arap ve ikinci derecede Bulgar ve Kürt isteklerinin tam bir uyuşma içinde olmaması İngiltere, Fransa ve herkesin gözünü çevirdiği ABD’nin de Ermeni Mandaterliğini kabul konusundaki isteksiz davranması gibi nedenlerle “Türk Barışı” en sona bırakılmıştı.
 
İngilizler savaşın bitiminde Kafkasya’da ve Ermenistan topraklarını işgal halinde idiler. İngiliz Hükümeti, bir Ermeni mandasının işgücü ve para olarak pahalıya mal olacağının, ama bunun karşılığında İngiltere’ye bir getiri sağlayamayacağının farkındaydı. İngilizler Doğu Anadolu ve Kafkasya’da kaldıkları sürede Ermenilerin bölgede üstün bir konuma geçmesi için ellerinden geleni yaptılar. Türklerin asker ve sivil birlikleri dağıtıldı, silah ve cephaneleri ellerinden alınıp Ermenilere verildi ve Türk lider ve memurlar görevlerinden alınıp sürgün edildi, yerlerine Ermeni yöneticiler getirildi. Ancak İngilizlerin bu bölgede bulunmalarının en önemli nedeninin Kafkas petrolleri ve Rus iç savaşında “Beyaz Ruslara” yardım etmek olduğu her halde tahmin edilemeyecek bir husus değildi.
 
Kızıllar kazanıp Beyaz Ruslar yenilince İngiltere Kafkasya’dan çekilme mecburiyetinde kaldı. Barış görüşmeleri sırasında, ABD’nin bir Ermenistan kurmak için bölgeye gelişi de şüpheli olunca İngiliz liderler Fransa ile anlaşmayı ve hatta Ermenistan’a Fransa’nın asker gönderebileceğini de düşünmeye başladılar. Lloyd George Paris’te Clemenceau ile 15 Eylül 1919’da yaptığı, bir görüşme sırasında Kafkasya’nın ardından, 1 Kasım’dan itibaren kuvvetlerini Suriye ve Kilikya’dan da çekmeye başlayacağını açıkladı. Fransız lider sadece tanımlanan bölgede İngiliz askerinin yerini Fransız askerinin almasını kabul etti. Ayrıca Fransız lideri “Ermenilerin soykırım tehdidi altında bulunması nedeniyle, sırf Konferans’a yardımcı olmak amacıyla Ermenistan’a Fransız askeri gönderme”yi de önermişti. Tabii ki bu öneri herhangi bir anlaşmanın kabul edildiği anlamına gelmemeliydi. Fransa’nın Ermenistan’da bulunmak gibi bir arzusu yoktu. Bu aynı zamanda Fransızlar için olağanüstü bir külfet anlamına geliyordu. (1) Galiba General Harbord heyetinin “Ermenilerin amaçları ne olursa olsun, Türk topraklarında ayrı bir Ermenistan yaratmanın mantıklı bir yönü yok.” (2) görüşüne onlar da katılıyor; ama vazgeçmek de istemiyorlardı.
 
İngilizler bu anlaşmaya uygun olarak 29 Ekim 1919’da Kilis’i, 30 Ekim’de Urfa ve Maraş’ı ve 5 Kasım’da da Antep’i Fransızlara devretti. Yöreyi işgal eden Fransız komutan derhal bir bildiri yayınladı. Sadece bu bildiri bile Fransızların Türk şehirlerine hangi amaçla girdiklerinin açıklamak için yeterli olacaktır.
 
“1- Niçin taşıdığını araştırmaya bile lüzum görmeksizin üzerinde tabanca bulunan herkes kurşuna dizilecektir.
2- Herhangi bir kargaşalık çıktığında ölen veya yaralanan her Fransız askerine karşılık, yerli halktan iki adam kurşuna dizilecek ve bunlar kura ile seçilecektir.
3- Bir evden silah atılırsa, o ev yakılacaktır.
4- Osmanlı Hükümeti memurlarının böyle bir durum ortaya çıkmasında idare haklarının ve hâkimiyetlerinin kaldırılması ve sokakların makinalı tüfek, bomba ve gazlı mermilerle ateş altına alınması sağlanacaktır.” (3)
 
Fransızlar kendileriyle birlikte Ermeni müfrezeleri de getirip, büyük savaşta göçe tabi tutulmuş Ermenileri yeniden yerleştirme bahanesi ile bölgede Ermeni yerleşimini teşvik ettiler. Fransa’nın Afrika ordusundan gelen askerlerle yeni yerleşim bölgesinde 20 Mart 1920’de sayıları 20.000’e ulaşmıştı. Fransa’nın Suriye Yüksek Komiserliği ve Levant Ordusu Komutanlığına General Maurice Gouroud atandı. Garoud’un orduda prestiji oldukça yüksekti. Henri Eugene Gouroud, 1915’te Çanakkale’deki Fransız seferi kuvvetler komutanlığına atanmış, burada ağır yaralanmış ve sağ kolu kesilmişti. Fransa’ya dönüşünde Ordu komutanlığı ve 1917 yılında’da Fas genel Valiliği görevlerinde bulunmuştu. (4) Buna paralel 18 Ocak 1920’de Alexander Millerand, Clemenceaunun yerine Başbakanlığa atandı ve bundan böyle Fransa’nın Orta Doğu politikası, Dışişleri Bakanı Philippe Berthelot tarafından şekillendirildi. (5)
 
Güney’de İngilizlerin yerini de Fransızların alması üzerine, bölgede Ermeni terör, kıyım ve baskısı yeniden başladı. Çünkü öyle ayarlanmıştı ki, İngiliz askerlerinin yerini alan Fransız askerlerinin hemen hemen tümüne yakın bir kısmı Ermeni asılıydı. (6) Esasen Fransızların bölgeye ilk geldikleri (1918 sonu ve 1919 Ocak ayında) Türk topraklarına giren Fransız kuvvetlerinin içinde; 66 Subay ve 4368 asker’den oluşan dört Ermeni taburu vardı. İskenderun’a çıkışları üzerinden bir ay bile geçmeden bölgedeki Türk ve Müslüman köy ve kasabalara saldırmaya ve yüzlerce Türk’ü öldürmeye başladılar. Ayrıca Çukurova bölgesinde yaşayan Ermeniler, Rusya’dan bölgeye gelenler ve zorunlu göç nedeniyle ayrılmış olup da tekrar geriye dönen Ermeniler, hep birlikte Fransız Ordusundaki bu Ermeni askerlerin saldırılarına katıldılar. Başlangıçta saldırılar İskenderun – İslahiye arasında iken, saldırı bölgesi Toprakkale – Dörtyol – Mersin, Adana, Tarsus, Pozantı ve Maraş’a kadar genişletildi. (7) Canlı kalan Müslümanlar, soykırım’dan kurtulmak için dağlara – tepelere doğru koşarken Ermeni lejyon’unun askerleri köyleri ateşe veriyorlardı. Fransız subayları bu cinayetleri önlemek için harekete geçtikleri zaman Ermeni lejyonerler isyan etti ve birçoğu birliklerinden kaçıp yerli Ermeni örgütlerine katıldılar. Olayları yakından izleyen Osmanlı ordu ve jandarma teşkilatı Harbiye Nazırlığı’na sayılamayacak kadar çok mesaj gönderdiler. Bölgedeki resmi Türk memurları Harbiye Nazırlığı’ndan başka Başbakanlık ve Jandarma Komutanlık makamlarına, Kaymakam, Belediye başkanları ve dini liderleri “Fransız üniformalı Ermeni askerlerin” yaptıkları kırım, soygun ve cinayetleri bildiren raporlar gönderdiler. Bölge halkını en çok rahatsız eden Müslüman kadınlara çarşıda, pazarda, yolda ve hatta evlerinde yapılan tecavüzlerdi. Fransız komutanlar, Türklerin elindeki silahların alınması konusunda Ermenileri teşvik ediyorlardı. Tabii ki kimlerde silah olduğu veya olabileceği de bölgede yaşayan yerli Ermenilerden kolaylıkla öğreniliyordu.
 
Adana bölgesinde cereyan eden olayları yakından izleyen bir Türk diplomatı Galip Kemali Söylemezoğlu’nun anıları şöyledir: (Büyükelçi’nin bu anılarının 1920 yılında Roma’da yayınlanması üzerine Sadrazam Damat Ferit, Galip Kemali Bey’in görevine son verdirmiştir.)
 
“İşgali yapan Fransız taburlarının büyük bir kısmı “Amerikan Lejyonu” ismiyle tanınan Ermeni komitelerine mensup kimselerden mürekkeptir. Bunlar kötülükleri ile şöhret bulmuşlardır. Bu sürüler şehre girip yayıldıktan sonra Türklerin kanını içmek ve etlerini yemek için geldiklerini yüksek sesle söylemeye başlamışlar ve düşüncelerini derhal tatbik etmişlerdir. Gece zorla Müslüman evlerine girmişler, en iğrenç tecavüzlerde bulunmuşlar ve kıymetli eşyaları alıp götürmüşlerdir. Fransız üniforması taşıyan bu Ermeniler, tren hatları üzerinde Müslüman yolculara hakaret ederek ve barbar bir şekilde döverek soymuşlardır. Pozantı’da güpegündüz bir subayı ve yüze yakın Türk askerini de öldürmüşlerdir. (Bunların isim ve hüviyetleri kaydedilmiştir ve bilinmektedir.) Gözleri önünde yapılan bu cinayetlerin dehşeti içinde, Müslüman halkı Fransız makamlarına şikâyette bulunmuşlarsa da, bu makamlar canileri cezalandıracakları yerde, bunların yerlerini değiştirmeyi yeterli görmüşler, Jandarma ve polis kadroları Müslümanların amansız düşmanı olan Ermenilerle dolu olduğu halde bu kadrolara yeni atamalar yapmak yolunu tutmuşlardı.” (8)
 
Aynı günlerde Maraş’ta bulunan Ermeni Protestan liderlerinden Abraham Hartunian da hatıralarında bölgedeki Ermenilerin İngilizlerin çekilme günlerindeki düşüncelerini şu sözlerle ifade etmektedir.
 
“Kendimizi nasıl koruyacaktık? Fransız kuvvetleri Adana’da idi. Acele olarak Fransız Generaline durumu açıklayıcı bir rapor gönderdik ve ‘ölüm tehdidi’ altında bulunan bizleri koruması için yalvardık... Bizim isteğimiz kabul edildi. Arasında Ermeni gönüllülerinin olduğu Fransız kuvvetleri biraz sonra Maraş’a gelecekti. Türk ileri gelenleri ve resmi memurlardan birkaçı gönüllü Ermenilerin kinle dolu olduğunu düşünerek Elbistan’a kaçtılar. Bir kere daha Türkler titremeye başlarken Ermeniler çok sevinçli idi. 29 Ekim Çarşamba günü Fransız kuvvetleri yiğit Ermeni gönüllülerinin öncülüğünde Maraş’a girdi....” (9)
 
Maraş şehri Ermeni toplumunun tezahüratı altında 31 Ekim günü 400 Ermeni, 1000 Fransız ve 500 Cezayirliden oluşan bir kuvvetle işgal edildi. Fransız askerleri evlerin damlarına çıkmış Ermeni kadınlarının alkışları içinde ilerlerken, erkeklerde ellerinde Fransız ve Ermeni bayrakları olduğu halde “Kahrolsun Türk Padişahı, Kahrolsun Türkler, yaşasın Fransızlar ve Ermeniler” diye bağırarak ortalığı inletiyorlardı. (10)
 
Bu örneklerden de anlaşılacağı gibi Ermeniler hem Türklerle baş başa kalmaktan korkuyor, hem de Fransız veya İngilizlerin koruyucu kalkanı altında Türklere yapmadığını bırakmıyorlardı. Meselâ Haçin (Saim Beyli) katliamı inanılmaz vahşet sahneleri ile doludur. Çocuk denecek yaştaki Türkler kaynar sularda haşlanarak öldürülüyordu. Kaymakam Çalyan Karabit’in bir bir sayarak Ermenilere emanet ettiği 217 Türk’ten 212’si parti parti öldürüldü. (11)
 
Ermeni baskısından kaçanlar, Elbistan’da toplanarak direnişe hazırlandılar. Bir bölümü de Sivas’a giderek durumu Mustafa Kemal’e anlatıp destek istediler. Mustafa Kemal’in büyük desteği ile Güney’de ulusal direniş örgütlendi. (12) Mustafa Kemal’in bu bölgeye gönderecek askeri yoktu. Sadece bazı genç idealist subayları görevlendirdi. Topçu subayı Kemal Bey “Doğan” takma adıyla, piyade Yüzbaşı Osman Bey “Tufan” takma adı ve Yüzbaşı Ratip Bey “Sinan Paşa” takma adıyla Adana Cephesinde büyük hizmetler yaptılar. Güney’deki Milli Kuvvetler tamamen bir halk hareketi olarak şekillendi. (13)
 
21 Ocak –11 Şubat arasında müfrezeler Elbistan, Pazarcık, Bertiz yörelerinden Maraş şehri yakınına geldiler. Türk müfrezeleri topraklarını mütarekeyi ihlâl ederek, keyfi olarak işgal eden Fransız birlikleri ile savaşa başladılar. Ermeniler savaşta Fransızların yanında yer aldılar. Fransız ve Ermeniler ağır kayıplar vererek Maraş’ı terk ettiler. Türklere teslim olan ve yaşamları emniyet altına alınan Ermenilerin sayısı 9000 kadardır. Bu iç savaşta Ermenilerin kaybı batı dünyasına alışılan klasik biçimiyle bir “soykırım” olarak takdim edilip, Roter ajansı tarafından 70.000 Ermeni’nin öldürüldüğü iddiası Türk barışının şartlarının kararlaştırıldığı günlerde kamuoyunu yanıltmaktan başka bir amaç taşımıyordu. (14) bu iddialar üzerine Fransız Dışişleri Bakanı Millerand Londra’ya çektiği telgrafta “....Burada hiç kimsenin duymadığı ve kaynağını bilmediği bilgilerin Londra’ya ulaşmış olması hayret edilecek şeydir. Şu ana kadar herhangi bir yerde, bir Ermeni katliamı yapıldığına dair hiçbir işaret yoktur. Özellikle Maraş’taki Ermeni kaybı tamamen yanlıştır. Bu şehirde birliklerimizin yaptığı çatışmaya Ermeniler de katılmış ve bütün savaşlar gibi kayıp vermişlerdir. Ciddi bir araştırma Ermeni kaybının 1000’i geçmediğini göstermektedir...” diyerek gerçeğin açığa çıkmasını sağlamaya çalışmıştı. (15)
 
DİPNOTLAR:
(1). Paul M. Hemreich: Sevr Entrikaları, S.106-107 ( İstanbul-1996 )
(2). Andrew Mango, Atatürk, S.243 (Türkçesi Füsun Deruker, Yeni Binyıl, Sabah Kitapları, İstanbul –2000).
(3). Selahattin Tansel, Mondros’tan Mudanya’ya Kadar, C.III, S.193 (Ankara –1973) : Ergün Aybars: Türkiye Cumhuriyeti Tarihi-1, S.252-253 ( Ege Üniversitesi, İzmir- 1984)
(4). Howard M. Sachar, Emergence of Middle East, 1914-1924 S.276 (Allen Lane The Penguin Press –Washington –1918).
(5). Aynı Eser, S.277.
(6). Standford .j. Shaw; The Armenian Legion And its Distinction of The Armenian Community of Cilicia, The Armenians in The Late Ottoman Period. S.158 (Edited By: Türkkaya Ataöv, The Grand National Assambly of Turkey, Ankara –2001).
(7). Aynı Eser, S.157-158.
(8). Galip Kemali Söylemezoğlu, Yok Edilmek İstenen Millet, S.91 (Cumhuriyet, İstanbul –2001).
(9). Abraham Hartunian, Neither to Laugh nor to Weep: A Memoire of the Armenion Genocide, translated from the Armenian by Varton Hartunian, S.128 (Beacen Press, Boston –1968).
(10). Yaşar Akbıyık, Milli Mücadelede Güney Cephesi Maraş, S.75-76 (Atatürk Araştırma Merkezi, Ankara –1999).
(11). Mustafa Onar, Kurtuluşundan Kuruluşuna, Bağlantıları ile Saimbeyli (Haçin Dosyası) S.298/Ekim Yayıncılık)
(12). Nurşen Mazıcı, Belgelerle Uluslararası Rekabette Ermeni sorunu’nun Kökeni: 1878- 1918, S.118 (İstanbul –1987).
(13). E.Aybars, a.g.e., S.255.
(14). Yaşar Akbıyık a.g.e. S.340-341.
(15). Kamuran Gürün, Ermeni Dosyası, S.287 (TTK, Ankara –1983). Kadir Kasalak, Milli Mücadele de Manda ve Himaye Meselesi, S.91-92 (Genelkurmay Basımevi, Ankara –1993): Laurens Evans, Türkiye’nin Paylaşılması (1919-1924) S.89-90 (Milliyet Yayınları –İstanbul).


http://www.turksam.org/tr/a2564.html

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Kopmuşuz bizler o öz varlık olan manzaradan
Bahseder gerçi duyanlar o onulmaz yaradan.
Derler ki: İnsanda derin bir yaradır köksüzlük
Budur âlemde hudutsuz ve hazin öksüzlük. (Y. Kemal Beyatlı)